Stres ve yaşantımıza etkileri hemen hemen hepimizin az ya da çok bilgi sahibi olduğu, kulaktan dolma bilgiler ya da meraklı araştırmalar neticesinde üzerinde düşündüğü bir mesele.

 

Bu ay niyetimiz bu konuyla alakalı enformasyon kalabalığını güncel bilimsel gelişmeler ışığında elemeli bir derlemeden geçirmek. Böylece bolca stresli geçen günlerimizi daha iyi yönetmek ve daha kaliteli - sağlıklı zamanlar geçirebilmek adına bazı bakış açıları geliştirebilme ve yaşantımızda düzenlemeler yapabilme şansımız olur diye ümitliyim.

 

Konu ciddi ve teknik bir konu olmakla beraber aslında uzunca da bir mesele. O yüzden bu önemli konuyu iki bölümde incelemenin daha faydalı olacağını düşünüyorum. Bu ayki ilk bölümde stresin ne olduğundan, hangi koşullarda ve hangi sebeplerden oluştuğundan, biyolojik ve psikolojik nasıl etkileri olduğundan bahsedeceğiz. Stresi iyi tanıyacağız ve anlayacağız ki önümüzdeki ay ikinci bölümdeki yazımız ile onu nasıl yönetebileceğimizi, hangi durumlarda nasıl stratejiler geliştirmemiz gerektiğini daha iyi değerlendirebilelim.

 

Hayat hepimiz için türlü türlü zorluklar ve engeller ile dolu. Yapmak istediklerimiz ve yapmak zorunda olduklarımız, bir amaca odaklı hareket ederken karşımıza çıkan güçlükler, herşey iyi gidiyor derken iş ya da özel hayatımızda birden karşımıza çıkan olumsuz sürprizler, gelişmeler... İnsanoğlu bu tip durumlarda yaşama uyum sağlama (adaptasyon) becerisini kullanarak çözüme yöneliyor ve bir şekilde zorlukları aşıyor ya da zorluklar ile birlikte varolabilme yetisini kazanıyor. Aslında bir mühendislik terimi olan “stress” ifadesi, Prof. Dr Hans Selye’nin 1950’lerde geliştirdiği çalışmalar neticesinde yine ilk kez kendisi tarafından psikolojik bir tabir olarak kullanılmış, fiziksel ve duygusal sağlığımızın karşısına çıkan zorluklar başa çıkma kaynaklarımızı ve yeteneklerimizi aştığı zaman ortaya çıkan psikolojik durum olarak tanımlanmıştır. Selye, stresin kendisinin değil, stres sonucu yıpranmanın bizlere zarar verdiğini yıllarca savunmuş ve bu doğrultuda sayısız çalışma yapmıştır.

 

Bu argümandan anlayabiliyoruz ki her stres durumu ve her stresör (stres yaratıcı) bizim için doğrudan zarar anlamına gelmiyor.

 

Peki stres neden var?

Cevap basit; yaşantımızı sürdürebilelim diye!

İlkel insan ve modern olmayan zamanlara bir dönüp bakarsak stresin mükemmel işlevini ve mekanizmamızın mucizevi yaşamsal işleyişini görmek mümkün.

Eski zamanlarda avlanan bir insan olsaydık ve önümüze gerçek bir avcı mesela bir aslan çıksaydı bedenimizde bir dizi biyolojik değişiklik meydana gelecek, temel olarak iki farklı sistem devreye girecekti. Şimdi de stres olduğumuz zaman gerçekleşenler teknik olarak tıpatıp aynı diyebiliriz.

 

Öyleyse bakalım şimdi strese girsem ne olur?

İlk olarak SAM (Sempatik adrenomodüler sistem) sistemi kaynakları harekete geçirmek ve bir “kaç ya da savaş” tepkisine hazırlanmak için devreye girer, hipotalamusta başlayan uyarılma böbreküstü bezlerinde devam eder, adrenalin ve noradrenalin salgılanmaya başlar. Bu salınım durumu neticesinde vücut alarma gecer ve kalp atışları hızlanır. İkinci rol alan sistem HHA (Hipotalamik-hipofiz adrenokortikal sistemi) devreye girdiginde de yine hipotalamus başlangıçlı sinyallerin iletilmesi ile böbreküstü bezi korteksi uyarılır, buradan da kortizol olarak adlandırılan “stres hormonu” salgılanır.

 

Kortizol acil durumlarda çok işe yarayan bir hormondur. Bedeni kaçmaya ya da savaşmaya hazırlar. Aynı zamanda doğuştan gelen bağışıklık tepkisine ket vurur. Yani bir yaralanma söz konusu olduğunda bedenin inflamatuar tepkisi (yangısal tepki) ertelenir. Diğer bir deyişle, kurtulma iyileşmeden önceliklidir ve doku tamirinden önce hayatta kalmak daha önemlidir. Bununla birlikte kortizolun olumsuz bir yönü de vardır. Kortizol tepkisi sonlandırılmazsa bu hormon beyin hücrelerine, özellikle de hipokampusa zarar verebilir. Ayrıca kortizol kandaki şeker düzeyini arttırarak metabolizmayı hızlandırır. Bedenin uzun süreli etkinlikte bulunmasına yardım eden bu durum bağışıklık sisteminin etkinliğinin azalmasına da sebebiyet verir.

 

Strese uyum sağlamanın biyolojik bedeli allostatik yük olarak adlandırılır. Rahatlamış bir durumdayken ve stres yaşamıyorken allostatik yükümüz düşük düzeydedir diyebiliriz. Stresli olduğumuzda ve baskı altında kaldığımızda allostatik yük de yükselecektir.

 

 

Peki bu kadar teknik bilgiye gerek var mıydı? Nereye varmak istiyoruz?

Stresin ne olduğunu gerçekten anlayabilmek için aslında onun ne kadar temel ve yaşamsal bir işlevi olduğunu böylesine biyolojik bir sistematik içerisinde açıklamasaydık şimdiye kadar aklımıza çalınmış, bir kulağımızdan girip öteki kulağımızdan çıkarken zihnimize sadece “stres işte, sıkıntı falan yani, herkeste var, yeni moda oldu ona stres buna stres, bu kadar büyütmemek lazım” algısını bırakan stres yukarı stres aşağı sohbetlerini aklımızdan silip atmak mümkün olmayacaktı. Maalesef akıllara basit bir telaş ve gerilim hali gibi yerleşmiş durumda olan “stres” o kadar biyolojik bir olgu ki! Aslında streslendiğiniz zaman bir nevi dışarıdan vücudunuza bir ilaç almış gibi bir etkisi oluyor düşünsenize. Kimyamız değişiyor yani.

 

Stresin ortaya çıkmasında kaza, hastalık, başarısızlık gibi olumsuz olayların dışında düğün, çocuk sahibi olmak gibi olumlu olaylar da rol oynayabilirler. Her iki stress tipi de kişinin başa çıkma kaynaklarını ve becerilerini zorlayabilir. Bununla birlikte sıkıntı (olumsuz stress) potansiyel olarak daha fazla hasara - daha fazla yıpratma potansiyeli sonucu- neden olur.Bu doğrultuda stresörlerin özelliklerini belirtmek de yaşadıığmız stres hallerini birbirinden ayırabilmek anlamında oldukça faydalı olacak. Kırmızı ışığa takılmanın stresi ile işyerinizden uzaklaştırılmanın sebep olacağı stresi elbette aynı kefeye koymuyoruz. İşte stresörlerin (stres yapıcıların) özellikleri:

 

  1. Stresörün şiddeti: Örneğin içerisinde can kaybı bulunan bir kaza gibi şiddetli bir stress kaynağı ciddi hasarlara neden olabilir. Bu tip durumlar genellikler TSSB (travma sonrası stress bozukluğu) tanısı kapsamında tedavi ve terapi gerektirir.
  2. Kronikliği (ne kadar sürdüğü): Tahmin edeceğiniz üzere bir stress kaynağı ne kadar uzun sure etkin olursa etkileri de o denli şiddetli olacaktır. Uzun zamandır işyerinizde yaşadığınız ve sürmekte olan bir problem doğal olarak ilk ortaya çıktığı zamandan daha fazla strese sebep olacak, hissettiğiniz yük giderek artacaktır.
  3. Zamanlaması: Strese maruz kaldığınız zamanki tolerans seviyeniz, öncesinde nasıl bir yaşamsal dönemden çıktığınız gibi dinamikler zamanlama unsuruna daha büyük önem katmaktadır.
  4. Yaşamlarımızı ne kadar yakından etkilediği: Özellikle adaptasyon becerinizi doğrudan etkileyen özellik, stresörün sizin yaşantınızın özünü (çekirdeğini) ne kadar doğrudan etkilediğidir. Bir iş değişikliğinde yaşayacağınız uyum stresi ile ailenizden uzun süre ayrı kalmanızı gerektirecek bir işe geçmek zorunda olmanız neticesinde yaşayacağınız stres çok daha farklı etkilere sahip olacaktır.
  5. Ne kadar öngörülebilir (beklenebilir) olduğu: Beklenti ve öngörü bir nevi hazırlık anlamına geldiği için hem ruhsal hem de stratejik çözüm ihtimallerini gözden geçirebilmeniz anlamında belirleyici olacaktır.
  6. Ne kadar denetlenebilir olduğu: Stres kaynağına ne kadar müdahele etme şansınızın olduğu, kontrol altına alabileceğiniz stres kaynağı ile “elimden birşey gelmiyor” dedirten stresörler yine aynı kefeye konulacak etkenler değiller.

 

Stres, anlamı özünde bir “zorlanma” durumu ise bu durumu iyi analiz edebilmek onu yönetebilme becerilerimizi geliştirmek için olmazsa olmaz bir olgu. Nitekim kıvamında zorlanmaların gelişime yol açıyor olması da yine hepimiz tarafından kabul edilen bir gerçek. Yaşadığınız stres hallerini şiddet ve etki gücü anlamında doğru değerlendirebilirseniz bu harika bir adım olacak. Çünkü önümüzdeki ay bu durumlara nasıl yaklaşacağımızı masaya yatıracağız,farklı streslenmelere farklı strateji önerilerimiz olacak.

 

Sorularınız ve eleştirileriniz için banaburak.baduroglu@gmail.com adresinden ulaşabilirsiniz. Sevgiyle kalın.

“Stressiz kalın” da derdim ama 1. Ne mümkün? 2. Azı yarar çoğu zarar misali, stres de lazım!

Görüşmek üzere.

Önerdiklerimiz

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği