Çocukluk hayallerinin çok ötesinde bir hayat...
NECDET AKSAÇ
Öncelikle Necdet Aksaç’ı biraz tanıyabilir miyiz?
1971 yılında Bayburt’un 20-30 haneli küçük bir köyünde doğdum. İlkokul birinci ve ikinci sınıfı tek bir öğretmenin ilk üç sınıfı birden okuttuğu bir okulda okudum. Üçüncü sınıfa 79’da ailemle birlikte taşındığımız İstanbul’da başladım. O dönemde şivem de olduğu için zor bir okul dönemi geçirmiştim. Ama sonrasında ortalamanın üzerinde bir öğrenim sürecim oldum.
İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu?
O dönemde babam Almanya’da işçiydi. Köydeyken rençberlik yapan babam, doğduğu yerde doymayınca, ben altı aylıkken, ekonomik nedenlerden dolayı önce İstanbul’a çalışmaya gidiyor. Ardından da Almanya’ya gidip orada madenlerde çalışıyor.
1979 yılında İstanbul’a taşındık. Büyükdere Caddesi iki ayrı dünyayı birbirinden ayırıyordu, biz tabiki varoş bölgesi olan Çeliktepe tarafında kalıyorduk. Arada sırada Büyükdere Caddesi’nin imkanları daha iyi olan diğer tarafındaki çocuklarla maç yapardık. Kazandığımızda da çok mutlu olurduk. Bu biraz da az imkanlarla birşeyleri başardığımız duygusunu verirdi bize…
Liseye kadarki çocukluğum Çeliktepe’de geçti. Sonrasında Bağcılar’a taşındık ve liseyi Bağcılar Endüstri Meslek Lisesi’nde okudum. Tabi o dönemki meslek liselerinin eğitimi çok daha iyi bir seviyedeydi. Devlet, diğer liselere harcadığının 12 katından fazlasını meslek liselerine harcıyordu. Bugün ülkemizde yaşanan nitelikli ara eleman problemi, meslek liselerindeki eğitimin kalitesinin düştüğünün de bir göstergesi. Meslek lisesi çıkışlı biri olarak, meslek liselerine yönelik eğitim sürecinin yeniden gözden geçirilmesinin, bizi doğru hedeflere ulaştıracağı kanaatindeyim.
Meslek lisesi tercihi size mi aitti?
Şöyle aslında… Babamın abime çalışması için açtığı bir torna, tesviye, kalıpçılık atölyemiz vardı. Ben de okul çıkışında atölyeye gider orada çıraklık yapardım. Aslına bakarsanız, mesleki olarak ilk çalışma kültürünü de bu atölyede edindim. Atölye ortamındaki çalışmalar nispeten el becerimin gelişmesine katkı sağladı. Dolayısıyla bu süreç sonunda Bağcılar Meslek Lisesi’nde Elektronik Bölümü’nü kazanmıştım. O dönemde ‘elektronik bölümü’nün dışında ‘bilgisayar bölümü’ de çok tercih edilen bir alandı. Ancak Bağcılar’da elektronik bölümü üzerinden ilerledim. Burada da başarılı bir öğrenciliğim oldu.
Uçak teknisyenliğine yönelik süreç nasıl gelişti?
Afyon’da maliye bölümünde okuyan bir arkadaşım vardı. Onun tavsiyesiyle Türkiye’de bir tane olan ve yanılmıyorsam 12-13 kontenjanı olan Anadolu Üniversitesi Uçak Elektroniği Bölümü’nü (o dönemki adıyla Sivil Havacılık Yüksekokulu) kazandım. O dönem üniversite sınavında yüzde 1’lik dilime girenlerin kazandığı iki yıllık bir bölümdü. Sonra dört yıla çıkarıldı okul. İsteyen devam edebiliyordu. Nitekim bazı mezun arkadaşlarımızın kimisi okulda kaldı, kimisi de sektöre adım attı ve teknisyen oldu. Biz de karar vermek için şapkamızı önümüze koyduk. Ve ilave üç yıl daha okumaktansa, bir an önce ekmeğini kazanacağın bir iş bulmanın daha önemli olduğuna karar verdim. Ancak mezuniyetin hemen ardından bir anda da iş bulamadım. Tabi üniversitede kontenjan sayısı az olunca, iş bulmanın da kolay olacağını düşünüyorduk. Ama öyle olmadı. Bugünkü kadar olmasa da o dönemde de mezun enflasyonu fazlaydı ve yaklaşık bir yıl iş bulamadım. Çok zorlu bir süreçti benim için. İş bulana kadar abimin torna tesviye ve kalıpçılık atölyesinde çalıştım.
Sizin işe başladığınız dönemde Türk Hava Yolları’ndaki şartlar nasıldı?
İşe başladığım dönemde Türk Hava Yolları, sivil havacılık mezunları dışında işe alım yapmıyordu. Biz Eskişehir Sivil Havacılık Meslek Yüksekokulu mezunu olduğumuz için çok şanslıydık. Ortam ve imkanlar çok iyiydi. Tabi bu bölümü öneren arkadaşım, her görüşmemizde “ekmeğini bana borçlusun” diye bana takılır.
1997’de başlayan ve 25 yıl süren Türk Hava Yolları tecrübesi… Neler yaptınız bu süre zarfında?
1997 yılında başlayan THY serüvenim 25 yıl sürdü. Çeyrek asırlık serüvende; hat bakım, üs bakım, kalite güvence ve uçuşa elverişlilik süreçlerinde görev aldım. Hat bakım çok keyifliydi. İnanılmaz bir hızla çalışıyorsunuz. Sürekli bir operasyon var. Üs bakım, biraz daha farklı. Buradaki iş yükü biraz daha fazla. İşler hat bakımdaki gibi hızlı yürümüyor. Daha planlı işleri, giderilmesi zor olan zaman alan işlerin yapıldığı yer burası. 2005 yılında Kalite Güvence’ye geçtim. 7-8 yıl boyunca bu bölümde ‘kalite güvence denetçisi’ olarak çalıştım.
2014’ten sonra Türk Hava Yolları’nda oluşturulan 6 kişilik kadroda tek teknisyen olarak görev yaptım. Ekip olarak Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nün verdiği yetkiyle, uçakların bakım uygunluğu, AD ve mod uygulamaları, tamir detayları gibi uçuşa elverişlilik kontrollerini yapıp, uçaklara üç yıllık uçuşa elverişlilik belgesi yayınlıyorduk. Bu nedenle arkadaşlara, “yangında ilk kurtarılacak, aynı zamanda ilk hesap sorulacak kişiler” diye takılırdım. Aslında hesap verebilirlik bizim işimizin doğasında var. Uçak bakım alanında çalışan herkes, işini doğru yapmak zorunda. Çünkü işin içinde insan hayatı söz konusu. Uçuş emniyeti herşeyin ötesinde. Yaptığımız işin sonunda belki biz hayatta da olmayabiliriz veya mesleği bırakmış olabiliriz. Ama uçağa yaptığımız bakım veya tamir işlemi, o uçağa ömrü boyunca etki edecek, onu farklı bir sonuca götürebilecek nitelikte olabilir. Bu nedenle yapılan her müdahalenin kayıtlara geçmesi, bizden sonra da takip edilebilir ve izlenebilir olması önemli.
THY’deki çalışmanızdaki en ayrıcalıklı özelliği nasıl tarif edersiniz?
THY’nin ayırt edici geleneklerinden biri olan çalışma kültürünü, bizzat pratik ederek öğrendim. İşe ve çalışanlara yaklaşımından dolayı THY Teknik camiası tarafından “Efsane Genel Müdür” olarak nitelenen Yusuf Bolayırlı, teknik camiada çok sevilen biridir. THY’de edindiğim çalışma kültürünün yanı sıra, Yusuf Bey’in teknikteki son döneminde çalıştığım ve kendisini tanıdığım için şanslı hissediyorum.
Şunun da özellikle altını çizmek isterim: Ben her ne kadar Eskişehir Sivil Havacılık Yüksekokulu’ndan mezun olsam da, uçak bakımındaki gerçek eğitimimi THY’de aldım. THY, benim için gerçek bir okul oldu diyebilirim. Bu sektör, benim ufkumu açtı ve hayata ve işe bakışımı geliştirdi. Diyebilirim ki, THY’de geçen 25 yıllık mesleki yaşamım, Bayburt’un köyünden çıkan o çocuğun hayallerinin ötesine geçmesini sağladı. Kalite denetçisi sıfatıyla Asya, Amerika, Avrupa ve Kuzey Afrika ülkeleri gibi dünyanın farklı ülkelerinde, farklı kültürlerdeki havacılık şirketlerinde denetim yapma imkanı buldum. Oradaki çalışma kültürüne çok yakından tanık oldum. Batılılar ile Doğulular arasındaki iş yapma biçimi arasındaki farkı çok net gördüm. Onlar sistemsel bir gelişimin peşinde olurken, bizler bireysel ve günü kurtarma derdinde oluyoruz. Ancak bizim insanımızın da iş yapabilme ve sorun çözebilme kabiliyetinin de yüksek olduğunu düşünüyorum.
Çeyrek asırdır havacılık alanında görev yapıyorsunuz… Havalık sektörünü değerlendirmenize sunsak neler söylersiniz?
Havacılık, çok hızlı büyüyen, dünya ekosistemini ve ekonomik pazarını da aynı paralelde değiştiren bir sektör. Havacılık olmasaydı, kargo taşımacılığı bu kadar efektif olmayacaktı, ticaret bu kadar genişlemeyecekti. Ülkeler arasındaki ticaret, nispeten deniz yoluyla olacaktı. Deniz yoluyla 6 ayda getirilen bir kargo, bugün havayolu sayesinde saatler içerisinde Amaerika’dan Avrupa’ya veya Çin’den Türkiye’ye getirilebiliyor.
Uçak teknisyenliğinin havacılık sektörü içindeki yerine ilişkin neler söylersiniz?
Havacılığın ekosistemi içinde uçak bakımı da global bir meslek olarak yerini alıyor. Bugün Çin’de, Amerika’da, Türkiye’de veya herhangi bir ülkede uçan uçakların bakımları uluslararası standartlarda gerçekleştiriliyor. Ki süreçler efektif ve doğru bir şekilde yönetilebilsin. Bu yönüyle bakıldığında uçak teknisyenliği mesleğinin evrensel bir meslek olduğunu söyleyebilirim.
25 yıllık Türk Hava Yolları tecrübesinin ardından geçtiğimiz yılın nisan ayında Pegasus ile yollarınız kesişti…
Evet… Havacılık sektörü global gibi görünse de aslında lokal bir tarafı da var. Havalimanlarında çalışan hemen hemen herkes birbirini tanır. İş yapma şeklini bilir. Çalışma ortamı bazen değişimi zorunlu kılabiliyor. Pegasus’tan geçtiğimiz yıl güzel bir teklif aldım, teklif THY’deki belkide en zor dönemimde geldi. Benim için çok güzel bir zamanda geldi ve kabul ettim. Nisan 2022’den bu yana Pegasus için çalışıyorum. Yıllardır edindiğim mesleki deneyim ve kazanımlarımla Pegasus’a faydalı olmaya çalışacağım. İnşallah burada da hem mesleki olarak hem de öğrendiklerimi aktarabileceğim, şirkete faydalı olabileceğim bir çalışma hayatım olur.
Türk Hava Yolları’nın kalbinizdeki yerine dair neler söylemek istersiniz?
Türk Hava Yolları, bayrak taşıyıcı, gözbebeğimiz olan bir şirket. Türkiye’nin dünyadaki en büyük markası… Tabiki burada bir takım haksızlıklara maruz kaldık.
Ancak bunlar şirketten değil, kişilerden kaynaklı haksızlıklardı.
Türk Hava Yolları’ndan çok iyi bir şekilde ayrıldım. Mesleğim ve THY bana çocukluk hayallerimin ötesinde bir hayat sundu.
Uçak teknisyenleri, ‘dünya markası’ olarak tanımladığınız bu yapının neresinde duruyor?
Uçak teknisyenleri, havacılık operasyonları içerisinde yer alan zincirin önemli bir halkasıdır. Bu zincirin içinde uçak teknisyenleri olduğu kadar, uçuş ekibinin,
kabin görevlilerinin, yer işletme personelinin, lojistik ve kargo ekibinin de olduğunu görmek gerekiyor. Burada herkesin zincirin bir halkası olarak görevini doğru yapmasının bir sonucu olarak “uçuş emniyeti” nin sağlandığını
bilmesi lazım.
Uçak Teknisyenleri Derneği’nin kuruluşundan bugüne, geçen süreci kısaca anlatır mısınız?
1967 yılında başlayan dernek kuruluş faaliyetleri 5 Aralık 1968’de tescillenmiş. Derneğimiz, İlhan Acar başkanlığında 10 koca yürekli meslek büyüğümüzün önderliğinde 80 kişi tarafından kurulmuş. 1960’lı yılların her türlü zorluklarını yaşamışlar. Özellikle genç meslektaşlarımızın derneğimizin kuruluş sürecini Erhan İnanç Abi’den dinlemesini isterim.
UTED’in faaliyetleri uçak teknisyenlerinin de tarihsel gelişimine katkı sağlamış diyebilirim. 1977 yılında havacılık alanında en uzun soluklu mesleki yayın olan UTED Dergiyi çıkarmışlar. Bugün 400. sayıyı yayınladık. 1980’de darbe nedeniyle yayınına ara verilmişti. Bir de pandemi nedeniyle yayına bir süre ara vermek zorunda kaldık. Yarım asırdan fazla bir zaman sosyal ve mesleki olarak uçak teknisyenlerinin gücü olmuş. Özel sektörün olmadığı yıllarda THY’de çalışma şartlarının iyileştirilmesi ve özlük haklarının kazanımları için örgütlü mücadelenin merkezi olmuş.
Sektörün en önemli sivil toplum örgütlerinden biri olan Uçak Teknisyenleri Derneği’nin (UTED) uçak teknisyenlerinin hayatındaki önemine ilişkin neler söylersiniz? Derneğin uçak teknisyenlerine yönelik bugüne kadar ortaya koyduğu katkıyı nasıl özetlersiniz?
Uçak Teknisyenleri Derneği’ni, aynı meslek grubunda çalışanları tek çatı altında birleştiren ve mesleki anlamda güçbirliği yapabildiği bir örgüt olarak nitelendiriyorum. Mesleğe ilk başladığımız dönemde THY’de bir kültür vardı. Abilerimizin bizleri bu meslek örgütüne üye yapmak gibi bir misyonları vardı. Tabii son dönemde çalışmalar pandemi nedeniyle biraz sekteye uğrasa da, 10 koca yürekle 1967 yılında başlayan serüven bugüne değin varlığını sürdürmüş ve yıllar içinde havacılık alanında önemli işler başarmış. Herşeyden önce uçak teknisyenlerine yönelik büyük kazanımları oldu. Meslektaşlarımızın çalışma şartları, sosyal hakları, özlük hakları gibi birçok kazanımında büyük bir rol üstlenmiş.
Sizin UTED ile olan ilk temasınız nasıl oldu?
Benim UTED ile temasım THY’de çalışmamızla ve üyeliğimizle başladı, ardından 2015 yılı itibariyle yöneticilikle devam etti. Yönetici olarak derneğe adım attığımda en büyük hedeflerimizden biri, lisans dönüşümlerinin doğru yönetilmesini sağlamaktı. 2008 yılında yapılan lisans dönüşümünde çok kötü bir süreç yaşandı. Bu dönüşüm “100 yıllık düşmanımız tarafından yapılsa, bu kadar kötü yönetilmezdi” diye her zaman söylerim. Bugün, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının Yunanistan Sivil Havacılık Kurumu’ndan aldığı lisans sayısı Yunan vatandaşlarından fazlaysa, herkesin şapkasını önüne koyup düşünmesi lazım. Mesleğimizin en değerli argümanı olan lisansın para ile satılabilir bir duruma dönüşmesi ve sorumlu kişilerin tepki vermemesi çok üzücüydü.
Sanırım bu duygu ve düşünceleriniz, UTED’deki adaylık ve başkanlık sürecinizi tetikledi… Bu süreç nasıl gelişti?
UTED’den önce dernekçilik ile ilgili herhangi bir tecrübem olmadı. UTED, son dönemde yalnızca sosyal faaliyetler yapan bir dernek vasfına bürünmüştü. Özlük haklarımızla ilgili görüş bildirmeyen, mesleki sorunlarımıza gözlerini kapamış bir yapıya dönüşmüştü. Özellikle SHY-66 yayınlandıktan ve lisans dönüşümleri yapılırken ve yapıldıktan sonra ortaya çıkan sorunların çözümü ile ilgili bir sessizlik hakimdi. İşte bu koşullar karşısında dernek yönetiminde olmak ve mensubu olduğumuz meslektaşlarımızın hak ve hukuklarını korumak, onları en iyi şekilde temsil etmek için aday olmaya karar verdim. Maalesef ki insanların birkaç gün içinde parayla lisans alabildiği bir yol açıldı ve bazı kuruluşlarımızın sektörün dışından gelen yöneticileri de bunları destekledi. Erciyes ve Anadolu Üniversitesi gibi 4 yıllık lisans seviyesinde sivil havacılık bakımı alanında eğitim alan gençlerin dahi elde edemediği eğitim sertifikalarının, bir kaç günde satın alındığı bir süreç yaşandı. Bunun bir hak gaspı olduğunu düşünüyorum. Bu ortamın oluşmasına ve bu sonucun yaşanmasına neden olan yetkili ve sorumsuz kişilere, temsil ettiğim camia adına “hakkımızı helal etmediğimizi” belirtmek isterim.
Tabi dernek olarak yalnız kaldığımız zamanlar oldu. Ancak biz her zaman doğru bildiğimiz yoldan yürümeye devam ettik. Bu noktada CİMER’e bizi bekleyen tehlikeleri içeren ve durumu özetleyen şikayetlerimizde oldu. Yine sorunu birçok kez sorumlularla paylaştık.
CİMER’e yaptığınız şikayet, CİMER üzerinden değil de paydaşlarla ortak bir karar alınarak giderilebilir miydi?
Aslında biz lisanslama konusundaki riskleri, nasıl bir tehlikenin bizi beklediğini, hemen hemen sektördeki tüm paydaşlarla bir araya geldiğimizde ifade ediyorduk. YÖK bilgilendirme toplantılarına katıldığımızda da durumu anlattık. Yetkisi olmayan hiçbir yükseköğretim kurumuna öğrenci alınmamasına yönelik karar aldırdık. Ancak bu alana yatırım yapan vakıf üniversiteleri bu kararların uygulanmasının önüne geçti.
Başkanlığınız döneminde hayata geçirdiğiniz faaliyetlerinizden biraz bahsedebilir misiniz?
2015’te yönetimi aldığımızda ülke kaynaklarının doğru yönetilmesi, gençlerimizin ihmal ve umutlarının israf edilmesinin ortadan kaldırılması ve lisans sürecinin iyileştirilmesine yönelik çalışmalara odaklandık. 8 yıl boyunca karar vericilere doğru bilgileri aktardığımızı ve iyi bir projeksiyonu ortaya koyduğumuzu düşünüyorum. Deneyim kayıt listelerinin güncellenmesi için çalıştık ve başarılı olduk. İkincisi, THY’de çalışma ve dinlenme alanlarının iyileştirilmesi konusunda attığımız adımlardı. Bu noktada dernek olarak çalışanlarla şirket yöneticilerini, otorite ile sektördeki çalışanları bir araya getirdik. Avrupa’da bulunan ve kısa adı EAMTC olan “Hava Aracı Bakım Eğitim Kuruluşları Komitesi” gibi bir yapıyı Türkiye’de hayata geçirmeyi arzuladık. Türkiye’de uçak bakım alanında eğitim veren kuruluşları sektörle iki defa bir araya getirdik. Geçen yıl birincisini, bu yılın ocak ayında da ikincisini gerçekleştirdik. Herkesi aynı masa etrafında buluşturarak, sorunlarımızı farklı bakış açılarıyla ama “ortak akılla” çözüme kavuşturmayı amaçladık.
Kuşkusuz 8 yıllık UTED başkanlığı döneminde yaptığınız birçok çalışma oldu. Ancak deneyim kayıt listesi ve lisanslama konusuna ayrı bir önem verdiğinizi görüyoruz. Bunun önemi konusunda neler söylersiniz?
Deneyim kayıt listesi, derneğimizin gerçekleştirdiği en büyük çalışmaydı. Bizim lokomotif olarak üstlendiğimiz bir çalışmadır. Deneyim kayıtlarında rutin olmayan 480 küsur tane işi bulmak ve o işlemleri kayıtlı hale getirmek çok kolay değildi. Uçaklar için belli periyodlarla yapılması gereken planlı ve düzenli bakım işlemlerinden deneyim kayıt listelerini oluşturduk ve SHGM’ye sunduk. Bugün meslektaşlarımız deneyim kayıt listelerine çok rahat bir şekilde ulaşabiliyor ve yaptıklarını kayıt altına alabiliyor. Tabi bu hizmetin değerini, bu sorunla karşılaşan eski meslektaşlarımız çok iyi bilirler. Yeni meslektaşlarımız ise bu sorunla yüzleşmeden çalışmalarını gerçekleştirebiliyor. Bu çalışmadan dolayı çok hayır duası aldığımızı söyleyebilirim. Lisans ise, uçak teknisyenlerinin en ayrıştırıcı belgesi. Şirketler veya kurumlar bilginizi ve donanımınızı lisans sayesinde görebiliyor. Bugün bu lisansa sahip, dünyanın farklı alanlarında çalışan arkadaşlarımız var, gençlerimiz var, meslektaşlarımız var. Lisans, mesleki anlamda aldığınız eğitimi belgeleyebildiğiniz en değerli belgedir.
Başkanlığını yaptığınız dönemde en büyük başarınız nedir diye soracak olursak nasıl bir yanıt verirsiniz?
Deneyim kayıt defterlerine yönelik yaptığımız çalışmanın otorite ve sektör paydaşlarıyla birlikte güncellenmesi önemli bir çalışmadır. Ancak Türkiye’de uçak bakımı eğitimi alanındaki tüm kuruluşları ve sektör paydaşlarını sivil havacılık otoritesi ile buluşturmak bence bizim camiamız için yaptığımız en önemli hizmettir. Öte yandan mesleki anlamda kazanımı olan bir çalışmamızın da özellikle altını çizmek isterim. Kuşkusuz, derneğimiz daha önceden de sosyalleşmeye dönük olarak meslektaşlarımızı bir araya getiren organizasyonlar gerçekleştiriyordu. Fakat tek bir kuruş harcamadan düzenlediğimiz ve tüm meslektaşlarımızı bir araya getirdiğimiz “50’nci Yıl Galası”, gurur duyacağımız güzel bir organizasyondu.
Türkiye’de mesleği faal olarak yürüten uçak teknisyenleri istatistiklerine yönelik nasıl bir veri var elinizde?
Lisanslı ve faal olan 5 bin kişinin üzerinde meslektaşımız var. Lisanslı olmayanlarla birlikte bu sayı toplamda 12 binin üzerinde. Derneğimiz, sektörde lisanslı olan tüm meslektaşlara ulaşmayı misyon edindi ve büyük bir bölümüyle iletişimde oldu.
Görev yaptığınız süreç içinde şirket yöneticileri ve çalışanları, otoriteyle çalışanları, eğitim kuruluşlarıyla çalışanları bir araya getirme misyonunu üstlendiniz… Sektörün bütün paydaşlarıyla iyi ilişkiler kurdunuz. Burada beklentinize uygun bir iletişim kurduğunuzu, ortak bir dil kurabildiğinizi söyleyebilir miyiz?
Yönetime geldiğimizden, sivil toplum örgütü olarak kurumsal yapılarla bir araya gelmeyi daha doğru bir adım olarak değerlendirdik. Lisanslandırma süreciyle ilgili konularda, teknisyenlerle ilgili alınacak kararlarda söz sahibi olmak isteğimizi dönemin Sivil Havacılık Genel Müdürü Bilal Ekşi Bey’e ilettik. Bilal Bey, bu taleplerimizi makul karşıladı, ancak yapılacak toplantılarda bulunma sürekliliğini şart koştu ve “Öncekiler gibi toplantılara gelmezseniz çalışmalara katkı sağlayamazsınız’’ gibi bir ifade kullanmıştı. Biz de yola çıkış amacımızın bu olduğunu anlattık. Sonraki süreçte gerçekleştirilen tüm toplantılara katıldık. Ardından 2016 yılında Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü ile sektörde çalışanları bir araya getirerek çalışanların sorunlarını ilk ağızdan, aracı olmadan dile getirecekleri bir toplantı organize ettik.
Daha önce Anadolu Üniversitesi ve Kocaeli Üniversitesi gibi birkaç üniversitede verilen uçak bakım eğitimi, sonraki yıllarda açılan birçok vakıf üniversitesinde de verilmeye başlandı. Buradaki temel eleştiriniz nedir? Havacılık alanında verilen eğitimi yurtdışındaki eğitimlerle kıyaslarsanız neler söylenebilir?
Buralarda verilen eğitimin yetersizliğini her fırsatta dile getiriyoruz. Toplumumuzdaki her dört kişiden biri 15 yaşın altında. Ve biz bu çocukları o kadar kötü eğitiyoruz ki… Avrupa ülkeleri, verdikleri eğitimle 20’li yaşlarda bu mesleği yapabilecek donanıma getirirken, bizler ancak 30’lu yaşlarda gençlerimizi bu donanıma ulaştırıyoruz. Aslında bu sadece havacılığa özgü değil, diğer birçok sektörde de benzer durumla karşılayabiliyoruz. Dünyanın her yerinde nitelikli insan gücüne ihtiyaç var. 1970’lerde yurtdışına niteliksiz iş gücü transfer ettik. Onların sayesinde ülkemize döviz girdisi oluyordu. Bugün ise gençlerimize iyi eğitim vererek insan gücümüzü dünyanın her yerine gönderebiliriz. Havacılık alanında yapılan sektörel araştırmalara göre, önümüzdeki 20 yıl içinde havacılık alanında 120 bini Avrupa’da, 60-70 bini Ortadoğu’da olmak üzere dünya genelinde 650 bine yakın uçak bakım personeline ihtiyaç duyulacak. Dolayısıyla bu talebi, okullarımızda verilecek iyi eğitimlerle ve nitelikli iş gücü üreterek karşılayabiliriz. Buradaki en büyük rol eğitim alanına düşüyor. Bizim dünyada rekabetçi bir durum yaratabilmemiz için eğitim süreçlerimizi daha iyi ve daha organize bir şekilde yönetmemiz gerekiyor.
Dünyadaki 650 bin kişilik uçak bakım personeli ihtiyacına karşılık, Türkiye’deki ihtiyaca ilişkin neler söylenebilir?
Ülkemizde bu ihtiyacı ortaya koyacak çalışmayı yapan bir kuruluş yok maalesef. 2018 yılında Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’ne okullardaki kontenjanların efektif olarak belirlenmesine yönelik 5, 10, 20 ve 50 yıllık projeksiyon çalışması yapılması hususunda talebimiz oldu.
Bugün genç kardeşlerimin birçoğu işsiz. Her yıl ülkemizde 5 bine yakın havacılık alanında eğitime başlayan öğrenci var. Bunların sadece 300-350’si sektörde iş bulabiliyor. Geriye kalan 4 bin 700 gencimiz iş bulamıyor. Bu gençler ve aileleri yaşadıkları sıkıntıları sosyal medya veya başka platformlar üzerinden bizlere aktarıyorlar, sorunun çözümü için bizden destek istiyorlar. Tabi bu çarpıklığı bizler de görüyoruz. Ancak bizim buna çözüm üretmek için yapabileceğimiz fazla bir şey yok maalesef. Burada karar mercilerinin daha akılcı davranması ve süreçleri bu sorunları ortadan kaldıracak şekilde yönetmesi gerekir. Bunun çok büyük bir sorun olduğunu düşünüyoruz.
Sanırım bu sektörünüzün yaşadığı en önemli sorunlardan biri… Bu noktada çağrı yapmak isterseniz kimi göreve çağırırsınız?
2021 yılında 13’üncü Ulaştırma Şurası yapıldı. Ve biz bu toplantıda, sektör ile ilgili görüşlerimizi SHGM üzerinden yazılı olarak da ilettik. Bu alanda büyük bir fırsat olduğunu, tren kaçmadan bu fırsatı faydaya çevirebileceğimizi ifade ettik.
Yaşımız ortaya çıkacak ama, geçmişte Devlet Planlama Teşkilatı diye bir kurum vardı. Ülkemiz için nitelikli işgücüne yönelik analizler ve bir takım projeksiyonlar ortaya konurdu. Şu anda ülkemizde bu planlamaların yapılması konusunda ciddi bir eksiklik var gibi. SHGM, Çalışma Bakanlığı veya başka bir strateji üreten bir devlet kurumunun sektörden geribildirim alabilmesi ve sektör analizleri yapması gerekiyor. Eğitim kurumlarının da verilen eğitimin içeriğini, günün şartlarına göre güncellemesi ve yeniden düzenlemesi ve kontenjan sayılarını buna göre belirlemesi gerekir.
Dernekte yaptığınız bir takım çalışmalarla uçak teknisyenliği mesleği bir adım ileriye taşındı. Peki, genel manada uçak teknisyenlerinin hayatında UTED’in yeri ve önemi nasıl tarif edilebilir?
Öncelikle şunun altını çizmek isterim: Tayyar Baba, Erhan İnanç, Yusuf Bolayırlı gibi mesleğimizin duayenleri, mesleğimizin vizyoner insanları. Bu mesleği anlamlandıran mesleki önderlerimiz. Mesleğimizin geleceğe taşınmasında bu isimlerin çok büyük bir payı var.
UTED, ülkemizdeki uçak teknisyenliği mesleğine yönelik ‘mesleki hafıza’nın temelini oluşturmuş bir dernek. Bence derneğimizin bu camiaya kattığı en büyük kazanım bu. Ben bu meslekte 25 yılımı geçirdim. Başlarda UTED’e yönelik çok net bir bakışım olduğunu ve bunu idrak ettiğimi de söyleyemem. Meslekteki 8-10 yıl geçirdikten sonra UTED’e bakışım netleşti. Yani meslekte belli bir olgunluk kazandıktan sonra doğru bir bakış elde ettim. Zaten bundan sonra da bir takım arayışlara girdik ve sonrasında dernek yönetimine aday olduk.
Peki sizler sivil toplum örgütünde de tecrübe kazanmış bir uçak teknisyeni olarak, genç meslektaşlarınıza UTED’i mesleki yaşamlarında nerede ve nasıl konumlandırmalarını öğütlersiniz?
Mesleki hafıza ve örgütlü hafızanın yaşatılmasını bizler de çok önemsiyoruz. Biz yönetime geldiğimizde Haziran 1977’den bu yana çıkan iletişim mecmuamız olan UTED Dergiye’de “İçimizden Biri” ve “Tarihin Tanıkları” adlı iki yeni bölümü ekledik. Buradaki amacımız, uçak bakımında kabul görmüş meslektaşlarımız ile bu alanda büyük tecrübeler yaşamış duayen abilerimizin mesleki yaklaşımlarının genç arkadaşlarımıza bir rehber olmasını sağlamaktı. Yeni başlayan arkadaşlar, bugün dünya çapında modern bir seviyede olan bakım tesislerimizin ezelden beri olduğunu düşünüyorlar. Halbuki öyle değil. Bunların bir gelişimi var. Tarihin Tanıkları bölümünde geçmişten bugüne uçak bakım alanının nasıl geliştiği anlatılarak, gençlere tarihsel bir mesleki hafıza mirası bırakılıyor. Mesleğimizin hangi safhalardan geçtiğini en güzel şekilde özetliyor. Biz bu konuda bir alan açtık. Bizden sonrakilerin de bunu devam ettirmelerini umuyorum.
Başkanlığınız boyunca yapmayı çok istediğiniz ama gerçekleştiremediğiniz bir projeniz oldu mu?
Uğraşmamıza karşın hayata geçiremediğimiz bir belgesel çalışmamız oldu. Türkiye’deki uçak bakım alanını, mesleğin hangi evrelerden geçtiğini, ne tür zorluklarla karşılaşıldığını, sektörde yaşanan kazalar ve nedenlerinin anlatıldığı, dünden bugüne havacılık sektörünün değişimi ve gelişimini anlatacak bir belgesel projemiz vardı. Belgeselin yapımıyla ilgili gerekli sponsorlukları da bulmuştuk. Ancak gerek pandemi, gerekse THY’deki yönetim değişikliği nedeniyle projemizi hayata geçirme fırsatı bulamadık maalesef. En büyük üzüntüm bunun hayata geçmesini sağlayamamak oldu diyebilirim.
2020 sonrası tüm dünya bir pandemi tecrübesi yaşadı… UTED’in pandemi süreci nasıl oldu?… Pandemi sürecinden nasıl etkilendiniz ve bu süreci nasıl yönettiniz?
Bu süreci yönettik diyemeyiz. Başkanlıkta üçüncü dönemimizi yaşadığım bir dönemdi. Aslında derneği gençlerden oluşan yeni yönetime bırakma planlarımız vardı. Ancak pandemiyle birlikte bu süreç sekteye uğradı. 2006’dan bu yana 30 TL gibi çok cüzzi bir üyelik aidatı olmasına karşın, üyelikten çıkan arkadaşlarımız oldu. Mesleği bırakanlar oldu. Bir karambol yaşadık. Genel kurulumuzu yapamadık. Ancak bizler faaliyetlerimize devam ettik. Türkiye Uçak Bakım Eğitim Kuruluşları (TUBEK) Toplantısı’nı yaptık. Ki bu organizasyon, UTED’in mesleki anlamda bugüne kadar gerçekleştirdiği en önemli çalışmalardan biridir.
Uçak teknisyenlerinin sivil toplum örgütlülüğüne yönelik bilinci konusunda ne söylenebilir?
Aslında uçak teknisyenliği alanında homojen olmayan, kozmopolit bir yapıdan söz edilebilir. Lise, ön lisans, lisans, master ve doktora yapan çok çeşitli ve karışık bir meslek grubuna sahibiz. Dolayısıyla örgütlülük çok farklı bir şey. Meslektaşlarımız arasında örgütlülük meselesine, çok farklı bir yaklaşım düzeyi olduğunu söyleyebiliriz. Önceki nesiller örgütlülüğü benimseyen ve önemseyen bir yapıda iken, Z kuşağının hayata bakışı, toplumsal duyarlılıkları ve beklentileri konusunda farklı bir noktada olduğunu görebiliyoruz. Tabi örgütlülüğe ilişkin birçok farklı değişken ve parametre olduğunu kabul etmek lazım.
Başkanlığınız dönemindeki üye istatistiklerine yönelik neler söylersiniz? Dernek olarak yeterince üye sayısına ulaştığınız düşünüyor musunuz?
Pandemi öncesinde üye sayımızda pozitif bir ivme yakalamıştık. 1000’i faal olmak üzere emekli meslektaşlarımızla birlikte 1600’e yakın üyeye ulaştık. Tabi bu sayı pandemiyle birlikte yukarı yönlü ivmesini kaybetti.
Dernek çalışmalarına temkinli yaklaşan uçak teknisyenleri için vermek istediğiniz bir mesaj var mı?
Şunun altını özellikle çizmek isterim. Bu sektörde çalışan tüm meslektaşlarımızın önceliği uçuş emniyetini sağlamaktır. Dolayısıyla, bizler “yaptıklarımızdan ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızdan sorumluyuz”. Ve bunun için de hesap vermek durumundayız. Ben dernek faaliyetlerine mesleğimde gördüğüm bir takım eksikliklerin giderilmesi için dahil oldum. Bu beklentileri, tek başınıza gidermeniz mümkün değil. Bunu örgütlü bir yapıyla yapmak durumundasınız. Tabi ki bunun da bir takım bedeli var. Ailenizden, çoluğunuzdan çocuğunuzdan çaldığınız bir zaman bu. Ancak mesleki sorunlarınızın giderilmesi için bunu yapmak durumundasınız.
Biraz da havacılığın ve bu işin asli unsurları olan uçak teknisyenliğinin geçeğine yönelik fikirlerinizi almak isteriz… Uçak teknisyenliğinin gelecekteki fırsatları, tehditleri ve olası risklerine ilişkin öngörüleriniz nelerdir?
Şu anda yapay zeka daha fazla öne çıkmaya başladı. Dolayısıyla havacılık alanında otonom sistemler daha çok gelişecek. Belki pilotlara fiili olarak ihtiyaç olmayacak. Daha farklı sistemler gelişebilir ki böyle çalışmalar var. Ancak havacılıkta kullanılan ve insanları bir yerden bir yere taşıyacak makinelerin bakımına her zaman ihtiyaç olacak. “Uçak bakım personeli” veya “uçak teknisyenliği” veya “uçak bakım mühendisliği” gibi adına ne denirse densin, bu mesleğe her zaman talep olacak. Önemli olan bu mesleğin gerekliliklerine uygun donanıma sahip olmak, kalıpları kırmak ve şartlara uygun kıyafetler giyebilmek.
8 yıldır yürüttüğünüz UTED başkanlığınızın sonuna geldiniz, gönül ve emek verdiğiniz bir görevi bırakıyorsunuz, duygularınızı merak ediyoruz…
Aslında hem bir burukluk hem de sevinç var. Dernek yönetiminde “vesayet” yapısını ortadan kaldırdık. Bilen için bu yeni yönetime gelecek arkadaşlarımız için en büyük hizmetlerimizden biri… Havacılık belgeselini yapamamış olmak içimde burukluk olarak kaldı. Ancak yönetimde bana eşlik eden arkadaşlarımla birlikte camiamızı birçok ortamda en iyi şekilde temsil ettiğimize inanıyorum. Sembol olan Uted Uçak Maketini üyelerimize hediye etmek ve onların evlerinde gururla yerini alması beni en çok mutlu eden çalışmalarımızdan biridir.
Genç Uted oluşumunu da hayata geçirdik. Ancak gençlerin tüm iyi niyetli çalışmalarına rağmen derneğin bundan yeterince fayda elde ettiği söylenemez. Burada ne kadar verdik ne kadar kazandık; ona bakmak lazım. Onun dışında okullarla iletişimi sağlama noktasında da kazandıklarımız olduğu gibi beklentimiz altında kalan hususlar da oldu. Tabiki eksik bıraktığımız birçok konu vardır. Keşke daha geniş katılımlı bir yapı ortaya koyabilseydik mesela. Ancak dernek bünyesinde çalışıp kazanım elde ettiğimiz çok konu olduğunun da altını çizmem gerekir.
TUBEK Toplantısı, lisans dönüşümüne yönelik ortaya koyduğumuz irade, sivil havacılığın ve sektördeki paydaşların bizi çözüm ortağı olarak konumlandırması gibi birçok kazanımlarımız oldu diyebilirim.
Son olarak bundan sonraki süreçte UTED ile bağınız nasıl devam edecek?
Bu bir ayrılış değil. Bu bir bayrak değişimi. 8 yıl boyunca taşıdığımız bayrağı arkadaşlarımıza teslim edeceğiz. Umarım onlar da güzel çalışmalar yapar. Bu mesleği yaptığımız sürece ve bize dernekte görev düştüğü sürece her zaman elimizden gelen katkıyı vermeye çalışacağımızı ifade etmek isterim.