LONGBEACH’DE DC-9 (TC-JBL) UÇAĞININ TESLİM ALINMASI
3 Mart 1974 tarihinde Londra-Heathrow’a gitmek üzere Paris-Orly kalkışı sonrası Paris yakınlarındaki Ermenonville ormanına düşerek 346 kişinin ölümüne neden olan DC-10 (TC-JAV) uçağının düşme nedeni olarak, uçağın arka kargo kapısının üretim hatası nedeniyle aniden açılıp, uçaktan kopması ve buna bağlı kabin döşemesindeki göçme ve kırılma gibi ağır hasar olduğu belirlenince, kaybedilen uçak karşılığı sigortadan alınan para ile DC-10 yerine bir adet B-727 ve bir adet DC-9 uçağı sipariş verilmişti.
Londra’da bir odada 5 kişi
1976 Eylül ayında TC-JBL tescil adı verilen (Gediz) DC-9 uçağını fabrikasından teslim almaya giden teknik ekip Tibet Giray (teknik ekip şefi), Yusuf Bolayırlı (mühendis), Turhan Mutlu (rahmetli, bakım emniyet teknisyeni), Mehmet Hidayet Aysal (teknisyen), Tevfik Ülüş (elektrik teknisyeni), Fahrettin Akkartal (elektronik teknisyeni) ve ben (teknik kontrol),
kokpit ekibi olarak kaptanlar Gülcemal Dinçkan (kokpit ekip şefi), Muzaffer Aydıncan (rahmetli), Enver Küçük, Hikmet Yelen ve eşi vardı. İstanbul’dan Los Angeles’a giderken Londra’da gecelemiştik. Önceden rezervasyon yapılmadığı ve bazı havayolu grevleri nedeniyle Londra’da otellerin dolu olması onucu teknik ekibin tamamına oda bulunamamış, yanılmıyorsam Londra-Sheraton otelinde bir odada, ben somyada, Y. Bolayırlı, M. H. Aysal, T. Ülüş ve F. Akkartal aynı odada yere serilen geniş bir yatakta (4 kişi) enlemesine yan yana yatmışlardı.
B727 (TC-JBH) Isparta kazasını orada öğrendik.
McDonnel Douglas (kısaca Douglas) fabrikası Los Angeles-Long Beach’de idi. Hem fabrikaya yakınlığı ve hem de ucuz olması nedeniyle (harcırahımız günlük 50 dolar+olası olumsuz durumlar karşılığında 18 dolar civarında bir para) Long Beach’de Cloud Motel’de (genelde kamyon şoförlerinin tercih ettiği bir motel) kalıyorduk. Biz Long Beach’de iken İstanbul’dan üzücü bir haber aldık. TC-JBH tescil isimli B727 uçağımız 20 Eylül 1976 günü IST-AYT seferinde Isparta’da dağa çarparak düşmüştü. Uçaktaki (yolcu + ekip) 154 kişi hayatını kaybetmişti. Bu kazada AYT başteknisyenimiz Muhittin Güçlü’yü de kaybetmiştik. Bu kötü haber nedeniyle tüm ekibin neşesi kaçmıştı. Bir yurt dışı görevde bundan daha tatsız haber ne olabilirdi ki, ama yaşam ve görev devam ediyordu.
Turbine Case’de korozyon
Üretimi, son yer uçuş testleri yapılan uçakta yaptığımız detaylı kontrollerde beklediğimizden daha fazla olumsuzluk bulmuş, bunları non-routine formlarına dökmüştük. Fabrika, bulguların giderilmesi için çok fazla mesai harcıyor, bazılarını da gideremiyordu. Motorların static kontrollarında türbin case’leri üzerinde hafif bir korozyon tespit etmiştik. Korozyonu temizlediler ama tekrar korozyon olması ihtimaline karşı fabrikadan yazılı garanti istedik. Garantiyi Douglas değil, Motorlar (JT8D-9A) Pratt & Whitney üretimi olduklarından, üreticinin vermesi gerekiyordu. Ancak, uçak ve motor üreticileri kendi aralarında garantiyi kimin vereceği konusunda uzun süre anlaşamadılar. Sonunda istediğimiz yazılı garantiyi nihai ürün sorumlusu olan Douglas vererek sorunu bitirdi.
Ramazan Bayramının 1. gününde kabul test uçuşu ve yunuslama arızası
Tarih 25 Eylül 1976 Cumartesi, bugün Ramazan Bayramının birinci günü. Sabah erkenden kalkınca aynı motelde kalan ve yaşca en büyüğümüz olan Kaptan Muzaffer Aydıncan’ın odasına gittik. Bize kapıyı açınca “bayramınız kutlu olsun, elinizi öpmeye geldik” dedik. Çok mutlu oldu ve “keratalar, bayramlaşmaya geleceğinizi düşünmüş, İstanbul’dan gelirken ikram ederim diye lokum getirmiştim, içeriye gelin” diye bizi odasına davet etti. Aynı gün ilk müşteri kabul tecrübe uçuşunda (customer acceptance test flight) Long Bech’den kalkıp Yuma’ya gittik ve indik. Yuma havaalanı, Arizona çölünün ortasında terkedilmiş bir yer gibiydi. Kalkış öncesi Yuma’ya gideceğimizi duyunca birkaç yıl evvel severek seyrettiğim 1957 yapımı, başrollerini Glenn Ford ve Van Heflin’in oynadığı Amerikan kült western filmi 3:10 to Yuma (Türkiye’de Yuma’ya 2 bilet adıyla gösterilmişti) filmini hatırlamıştım. Yuma apronunda kaldığımız 2 saat süre içinde, ne inen ne kalkan, bir başka yolcu uçağı göremedik. Çok sıcak bir havaydı. Park ettiğimizi yerin hemen yakınındaki sundurmanın altında, sırt üstü yatan 2-3 tane kırım geçirmiş küçük uçak görmüştük. Sundurma da parçalanmıştı. Ne olduğunu sorduğumuzda bize 2-3 gün önce kuvvetli bir fırtına ve hortum yaşandığını, sundurmayı parçaladığını, altında park etmiş küçük uçakları da kaldırıp ters çeviridiğini söylediler. Hortumun böyle bir gücü olduğuna inanamamıştık, o gün için. Dönüş yakıtımız aldık, 2 saat kadar sonra yeniden havalanarak Long Beach’e dönüşe başladık. Tüm deneylerin normal geçmesine karşın, Long Beach için ILS yaklaşmasında uçak oldukça bariz bir şekilde yunuslama yapmaya başladı ve oto pilottan çıkıncaya kadar da düzelmedi. Douglas bu arızaya gece gerekli müdahaleyi yapılmış, Vertical Gyro değiştirilmiş, yer testleri kesin sonuç vermediği için ertesi günü (bayramın 2.günü-Pazar) tekrar kısa bir tecrübe uçuşu (verification flight) yaptık ama yunuslama arızası aynen devam ediyordu. Uçuş sonrası tekrar düzeltici işlem uygulandı, öğleden sonra kısa bir tecrübe uçuşu daha yaptık heyhat, arıza devam ediyordu. O gece yapılan trouble-shooting gereği, Vertical Gyro’nun değişimi yapılmış. Pazartesi günü bir üçüncü tecrübe uçuş daha yapıldı ama yunuslama devam ediyordu. Douglas yetkilileri arızanın Vertical Gyro’dan kaynaklandığına inanıyorlardı. Ellerinde aynı P/N’lu bir başka faal Vertical Gyro da kalmadığı için üreticisinde istemişler ancak üretici, en erken 3 gün sonra gönderebilirim diye cevaplamış. Arızalı uçağı kabul edemiyeceğimiz için, beklemek zorundaydık.
Üç günlük mecburi bekleme süresinde Los Angeles’de görülecek yerleri gezerek (Disney Land, Marine Land, Knot’s Berry Farm, San Diego gibi) değerlendirme fırsatı bulduk. Bu arada İstanbul’dan devamlı “uçağı ne zaman teslim alıyorsunuz, hala bitmedi mi” şeklinde teleks mesajları alıyor ve yaşanan sorunları anlatarak cevaplıyorduk. Sonunda üreticisinden yeni bir Vertical Gyro geldi, takıldı, yer testleri ve 4. tecrübe uçusu normal geçti. Fabrikadaki sıfır Vertical Gyroların arka arkaya takışta arıza yapmaları ilginç bir durumdu. Tüm bulgular kapatıldığı için İstanbul’a dönüş için uçuş program yapılmaya başlandı.
Bu noktada biraz durup başımdan geçen ilginç ve tehlikeli bir olayı anlatmalıyım.
Gülcemal Dinçkan kaptan, ekipteki diğer kaptanlara göre şirkette yeni olmasına karşın, teslim alma işlemlerinin ve 4 kişilik kokpit ekibinin şefi olarak görevlendirilmişti. Diğer kaptanlar, kendilerinin daha kıdemli olmalarına karşın, şirket kıdemi az olan bir kaptanın şef olmasını pek hazmedemedikleri için olsa gerek, kendisine soğuk davranıyorlardı. Gülcemal kaptan da bunu hissettiği için olsa gerek, daha çok bizimle yani, teknik ekiple arkadaşlık yapıyordu. Douglas, kokpit ekibi için 2, teknik ekip için de 2 araba vermişti. Arabaların şoförlüğünü ekiplerden uygun arkadaşlar yapıyorlardı. Bir akşam Gülcemal kaptan bizim odamıza gelerek fabrikanın hemen karşısındaki, her gün gidip gelirken dışardan gördüğümüz “Go Go Girl” barına gitmeyi önerdi. Teknik ekipteki arkadaşlar yorgunluklarını bahane ederek gitmek istemediler ama teklif ısrarlı idi. Ben de yorgundum ama kırılacağını anladım “ben gelirim” dedim. Giyindim ve Gülcemal kaptanın arabasına binerek 5 dakika uzaklıktaki bara gelip yan tarafındaki otoparkına park ettik. Daha içeriye girdiğimiz anda ortamın nezih olmadığını anladık. Çok gürültülü, bol sigara dumanlı, müşterilerin çoğu üzerlerinde renkli atlet olan kamyon şoförü veya gemici görünümlü iri yarı, sakallı ve pis insanlardı. Boş bir yer bulup oturduk. Sahnede bazı kızlar bikinili olarak dans ediyorlar, müşteriler alkışlarla ve bağırarak onlara eşlik ediyorlardı. Gülcemal kaptana “abi, ben ortamı hiç sevmedim, gidelim” dedim. “Ben de sevmedim ama gelmişken bir bira içelim sonra gidelim” dedi. Bu arada bir bayan garson gelip benden kalem istedi. Gömlek cebimdeki Cross kalemimi verdim, “şimdi getireceğim” dedi ve gitti. Aradan 10 dakika geçmesine karşın benim Cross kalem geriye gelmeyince “ben şu garsonu bulup kalemimi alayım diye kalkıp diğer salonlara girdim, sonunda kızı bulup kalemimi istedim, “haa, tamam veriyorum” dedi, bir başka yere gitti, gelmez oldu. Neyse, sonunda kızı tekar bulup kalemi aldım ve masamıza döndüm. Gülcemal kaptan “yahu nerede kaldın, biralar geldi, ısındılar” dedi. Ben durumu anlatırken, bazı müşteriler kuvvetli bir ağız dalaşına girdiler. Yumruklaşma başlamadan Gülcemal kaptan “hadi, biraları içmeyelim hemen kalkalım” dedi. Kalktık, dışarıya çıkıp otoparka geldik. Gülcemal kaptan misafirperverlikle önce arabanın sağ tarafına geçerek sağ ön kapıyı anahtarla açarken, arabamızın şoför kapısı önünde sakallı, kafasında yün başlık, sırtında renkli bir atlet olan iri yarı bir adam gördüm. Adam bizim arabanın solundaki diğer arabaya sırtını yaslamış, elinde bir karış uzunluğunda bir bıçağın ucuyla elinin tırnak altlarını temizliyordu. Gülcemal kaptan bana kapıyı açarken abi sen arabaya buradan gir, arkadan ben girip hemen kapıları kilitleyelim sol tarafta eli bıçaklı pis bir adam var, postu deldirmeyelim” dedim. “Yapma yahu, şimdi ayıp olmaz mı” dedi. “Aman abi ne ayıbı, herifin elinde koca bir bıçak var, ne yapacağı belli olmaz, atla sen” dedim. Önden Gülcemal kaptan arkadan ben arabaya sağ kapıdan girdik, ben oturunca kapımı kilitledim, hemen motoru çalıştırıp geri vitese takarak otoparktan çıktık. Çıkarken Gülcemal kaptan motoru çalıştırıken adama ilk defa baktı ve “ooo, herifin elindeki bıçağa bak, valla, iyi ki sağ kapıdan girmişiz” dedi. Döndüğümüzde motel görevlisine barda yaşadığımız durumu anlattık, adam siz büyük bir tehlikeden kurtulmuşunuz, sizin orada ne işiniz var akşam saatlerinde, oraya ipten kazıktan kurtulmuş adamlar gelir, oralarda 10 dolar için adam vururlar, geçen ay bizim motelin önünde bir adamı tabanca ile vurup 3-5 dolar olan parasını aldılar” dedi. Biz o zaman nasıl büyük bir tehlikeden kurtulduğumuzun farkına iyice vardık. Ertesi günü Gülcemal kaptan bana “Erhan, dün akşam sana söylemedim ama, eğer o eli bıçaklı herife yakalansaydık, adam hayatının vurgununu yapacaktı, zira dönüş yolculuğu için yakıt vb. masraflar için şirketin bana verdiği binlerce doları motelde bırakamadığım için para yanımdaydı, adam bıçağı dayasa hepsini alacaktı, mahvolacaktık, valla iyi sıyırdık” dedi. Bu olaydan sonra, yıllarca Gülcemal kaptanla her karşılaştığımızda birbirimize “Long Beach’de felaketten nasıl ucuz kurtulmuştuk” diye konuşup gülmüşüzdür.