Yazar : Handan DİKER Dr. Öğretim Üyesi / Yeditepe Üniversitesi Handandiker@uted.org
İstanbul’da Beyazıt’ta, Beyazıt Camii’nin arkasında yer alan Sahaflar Çarşısı’ndayım bu ay. Burası, eskiden Hakkâklar Çarşısı olarak bilinirdi. Sahaflık, Osmanlı Devleti’nde Bursa’da Orhan Bey zamanında büyük camilerin çevresinde başlamıştır. Devletin merkezi Edirne’ye taşınınca burada devam etmiştir. Osmanlı döneminde sadece kitap satışını meslek edinenlere sahaf adı verilmiştir.
İstanbul’un fethinden sonra önemli eğitim kurumlarının açılmasıyla İstanbul’da kitap ticareti başlamıştır. İstanbul sahafları, fetihten sonra payitahtın İstanbul’a taşınmasıyla kendilerine İstanbul’da yer bulmuşlardır. 1460 yılında Bizans’tan intikal eden sanat ve meslek grupları için Kapalıçarşı yapılarak sahaflar da buraya yerleşmiştir. Burada her meslek grubuna bir sokak tahsis edilmiştir. Kapalıçarşı’da şu anda halıcıların bulunduğu sokak, o dönemde Sahaflar Sokağı adını almıştır.
Evliya Çelebi Seyahatnamesi’nde sahaflara ilişkin şu satırları kullanır:
“Esnaf-ı sahafhan, dükkân 50, nefarat (burada çalışan kişiler anlamında) 300. Bunlar ulema kıyafetinde ulema yardımcıları olmakla, kazasker alayında tahtırevanlar üzerinde geçerler. Dükkânlarında nice bin kitapları bulunur.”
İstanbul’da öğrencilerinin da önce medrese avlularında, medrese ihtiyaçlarını karşılamak üzere yerleşen sahaflara, Kapalıçarşı’nın yapılmasıyla çarşıda bir sokak verilmiştir. Dükkânlarda nadir yazma eserler ve medreselerde okutulan mantık, felsefe ve din kitapları satılmaktaydı.
İstanbul sahafları, günümüzdeki yerine 1894 depreminden önce geçmeye başlamıştır. Depremden sonra çarşı zarar görüp onarımı uzayınca Kapalıçarşı’nın içindeki sahafların çoğu buraya yerleşmiştir. 1908’de, yani II. Meşrutiyet döneminde, Hakkâklar Çarşısı’nda 55, Kapalıçarşı’da 18 sahaf ve kitapçı dükkânı bulunuyordu. Hakkâklar Çarşısı’na 1910’lu yıllara kadar uzanan bir sürede sahaflar yerleşmiştir ve burası da “Sahaflar Çarşısı” adını almıştır.
1950 yılında yangın geçirip yeniden inşa edilmiştir. 1952’de yeni çarşıda belediye, sadece kitap satılmasını şart koşmuştur. 1977’de belediye, Beyazıt Meydanı’ndaki seyyar kitapçıları önlemek için Sahaflar Çarşısı’nda onlara geçici olarak yer göstermiş, sonra da zamanla kalıcı dükkânlar hâline gelmiştir.
1981 yılında çarşıda, ilk Türk matbaasının kurucusu İbrahim Müteferrika’nın büstü dikilmiştir. Çarşıda ayrıca iki de çeşme bulunmaktadır.
Sahaflar Çarşısı’nın esnafı, Sahaflar Loncası’na bağlı idi ve sahaflar çıraklık, kalfalık dönemlerini geçirmeden ustalığa yükselemezlerdi. Sahaflar dükkânlarını dua ile açar, dua ile kapatırlardı. Sahaflar Loncası’nın piri, Sahaflar Çarşısı’nın ilk kitapçılarından olduğu söylenen Basralı Abdullah Yetimi Efendi’dir.
17. yüzyılda yaşamış Fransız yazar ve Fransız sefareti tercümanı olan Antoine Galland, buradan satın aldığı minyatürlü bir yazmayı Fransa Kralı’na hediye etmiştir. Yazma, bugün Bibliothèque Nationale’de sergilenmektedir.
Sahaflarda Türk ve uluslararası edebiyat, eski ya da yeni çeşitli kitaplar, hat, minyatür kitaplar ve uzmanlık kitapları bulunmaktadır. Türkçe, Arapça, Farsça eski basma ve özellikle yazma kitapların bulunduğu sahaflar aslında sadece bir kitap satış yeri değil, adeta bir bilim dağıtan merkez durumundaydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda sahaflık, İstanbul merkezli olarak yapılan bir meslektir. Bugün Sahaflar Çarşısı’nda 17’si çift katlı olmak üzere toplam 23 dükkân bulunmaktadır ve burada hâlâ eski sahaf ruhu yaşatılmaktadır. Burası, İstanbul’un tarihi ve kültürel mirasının bir parçası olarak koruma altına alınmıştır.
Sahaflar, bence adeta yüzyılların kitap aşkını, kitaba olan önemi dile getiren bir açık hava müzesi durumundadır. Sahaflık, bir uygarlıktan geriye kalan en önemli geleneklerden biridir. Sahaflık mesleğine ilişkin güzel bir söz de şudur:
“Bir yerde kitap varsa, külleri ve tozları üzerinden inşa edilecek bir uygarlık vardır.”
Cumhuriyet tarihinin ilk bilim tarihçisi, yazar ve bilim insanı olan Adnan Adıvar, 1959 yılında yayınlanan İş ve Düşünce dergisinde sahaflara ilişkin şu sözleri yazmıştır:
“Sahafların asıl sermayesi, Türkçe, Arapça, Farsça eski basma ve bilhassa yazma kitaplardı. Dükkân sahipleri temiz seccadeler döşenmiş, peykelerde (sedirlerde), çekmecelerinin başına kurulurlardı. Müşteriler ise selam verdikten sonra o güzel halıların üzerine oturur ve kitapları karıştırırlardı. Kitapları karıştırıp gidenler, kitapçının hiddetine asla uğramazdı. Çünkü orası sadece kitap satılan bir yer değil, biraz da ilim dağıtan bir merkez idi.”
Bir kitabın değeri nasıl belirlenir? İşte merak ettiğim bu sorunun yanıtını yazar Yaşar Kemal’in, sahafların ünlü bir kitapçısı ve şeyhi olan Muzaffer Ozak ile yaptığı bir konuşmada buldum. Şöyle diyor:
“– Bir kitabın takdirini nasıl yaparsınız?”
Muzaffer Ozak: “– Bu daha çok ihtisas işidir. Önce kitabın değeri, sonra eskiliği, daha sonra da hattatın ünlü bir hattat olup olmadığı, yani yaşadığı zamandaki önemi; bir de kitabın nüsha-ı nadirattan olup olmadığı…”
“– Bu nüsha-ı nadirat ne demektir?” dedim.
“– Mesela bir kitap, yalnız zamanında üç nüsha yazılmıştır. Bu kitabın ilk nüshası dünyanın falan yerindeki kütüphanededir, biri de falan yerde, birisi de bizim elimize geçmiş. İşte bu çok değerlidir. Eğer bunun baskısı yapılmamışsa daha çok değerlidir. Mesela geçende Amerika’da, Hayyam zamanında yazılmış, Hayyam’ın rubailerini toplayan el yazması bir kitap on bin dolara satıldı. Bu kitap işte bizden, Türkiye’den satıldı.”
Gençlik yıllarımda İstanbul Üniversitesi’nde öğrenci iken, çok sık ziyaret ettiğim, ortasındaki ıhlamur ağacıyla beni hep çok etkilemiş olan güzelim Sahaflar Çarşısı… Çınaraltı’nda çayımı içip eski kitapları karıştırmak, aradığımı bulduğum bir kitaba rastlayınca da adeta eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettiğim ve adeta kendimi unuttuğum bir yerdi Sahaflar Çarşısı. Yıllar sonra yeniden çarşıda dolaşırken işte bunları anımsadım.
Kitapseverler, kitap dostları sizlere sesleniyorum: İstanbul’da, Beyazıt’ta hâlen yerinde, yılların yükünü üzerinde taşıyan o güzelim, tarih yüklü Sahaflar Çarşısı’nı ziyaret edin. Biliyorum ki çok etkileneceksiniz.