Bu ay İspanya’nın Endülüs bölgesinin merkezi ve en büyük şehri olan Sevilla’dayım. İstanbul-Sevilla arası Pegasus Havayolları’nın direkt uçuşu ile 4 saat 50 dakika sürüyor. Sevilla, Endülüs özerk bölgesinin sanat, kültür ve ekonomi merkezi olarak biliniyor. Önce Endülüs sözcüğünün anlamını açıklamak isterim. İngilizce ve İspanyolca karşılığı “Andalucia”. Endülüs bölgesi, 5-15. yüzyıllar arasında Müslümanlar tarafından yerleşim yeri olarak kullanılan İspanya’nın en güneyinde bulunan özerk bölgenin adıdır.
Sevilla şehri, Guadalquivir Nehri’nin kıyısında yer alan İspanya’nın 4. büyük şehri. Şehrin merkezinde 700 bin kişinin yaşadığı, çevresindeki yerleşimlerle 1,5 milyon nüfusa sahip olduğu sanılıyor. Osmanlı, gotik, barok ve rönesans gibi birçok kültürün izlerini taşıyan şehir, flamenkonun da başkenti olarak adlandırılmayı hak ediyor.
Nefis ılıman bir Akdeniz ikliminin hâkim olduğu kentte, ben Aralık ayının sonlarında gitmiş olmama rağmen ısı 18 derece olup, kış ortasında baharı yaşattı. Yazın sıcaklık ise 50 dereceye kadar çıkabiliyor.
Gelelim gezilecek yerlerine:
Öncelikle şehrin kalbi olan Sevilla Katedralinden bahsetmek isterim. Burası, dünyanın en büyük gotik katedralidir. 13. yüzyılda yapımına başlanmış. Her zaman oldukça kalabalık bir katedral. Bunun nedeni de katedralin içinde Kristof Kolomb’un mezarının olması. Kolomb’un mezarının Sevilla’da olma nedeni, Amerika’yı keşfe Sevilla’dan çıktığı içindir.
Giralda Kulesi: Sevilla Katedrali’nin bir zamanlar ezan okunan çan kulesi burası. Eskiden Endülüs Emevîlerin yaptığı caminin bir parçasıymış. Sonraları İspanyollar buraya Giralda Kulesi’ni yapmışlar.
Real Alcázar: Burası, Alcázar Sarayı olarak bilinen ve Cordobalı yöneticiler için yapılmış olan bir saraydır. 913 yılında yapılmış. “Game of Thrones” dizisi bu sarayın bahçesinde çekilmiştir. 900 yıllık bir geçmişi olan saray, UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.
Plaza de España (İspanyol Meydanı): 1928 yılında İber Amerikan Ticaret Fuarı için yapılmış bir mekândır. Oldukça göz alıcı ve yarım daire şeklinde inşa edilmiştir. Bence Sevilla’nın en etkileyici yeri burasıdır. Küçük Venedik de deniyorlar. Çünkü nehir kıyısında yer aldığı için burada küçük teknelerle gezi yapabiliyorsunuz. “Star Wars” filminin bazı sahneleri de burada çekilmiştir.
Torre del Oro: Burası, 13. yüzyılda yapılmış ünlü bir kuledir. Halen deniz müzesi olarak kullanılan yapı, Emevîler tarafından inşa edilmiştir. Kulenin en tepesinde yer alan malzeme altın renginde olduğu için buraya “Altın Kule” de denir.
Metropol Parasol: Burası, Sevilla’nın modern yüzünü oluşturan bir yapıdır. Diğer adı “Setas de Sevilla”dır. Ahşaptan yapılmış ve dünyanın en büyük ahşap yapısıdır. En üstüne çıkınca kenti baştanbaşa izleyebiliyorsunuz.
Flamenko: Ve gelelim kentin en canlı, en ünlü ve renkli yönüne, flamenkoya. Flamenko, genellikle Güney İspanya’ya özgü, sert dansları ve ifadeleri olan, genellikle hırs, mutsuzluk, acı ve özgürlük temalı bir danstır. Daha çok toplum tarafından dışlanan toplulukların kendilerini ifade etme şeklidir. Endülüs, Müslüman, Yahudi ve Roman gelenekleri ile Hristiyan İspanyol kültürünün etkileşimi ile oluşan bir sanat formudur. Flamenko Sevilla’da doğmuştur. Bu nedenle anavatanı Sevilla’dır.
Şehri gezerken her yerde portakal ve kauçuk ağaçları size eşlik ediyor. Kauçuk ağacının şöyle bir özelliği var: Şehri 8 derece soğutuyor. Yani doğal bir klima gibi, bu nedenle şehre çokça kauçuk ağacı ekmişler.
Ünlü İspanyol Mutfağı
Gelelim ünlü İspanyol mutfağına; Sevilla’da tapas yenir elbette. Tapas, ekmek dilimleri üzerine domates, peynir, salam, sosis gibi malzemelerin konulduğu leziz bir atıştırmalıktır. İspanyolca “Tapar!”dan gelir. Anlamı, üzerini örtmek demektir. Yiyeceklerin içine sinek, böcek vs. kaçmasın diye üzerlerini küçük tabaklarla kapatırlarmış. Sonraları bu tabaklara atıştırmalıklar konmaya başlanmış ve tapas denilmiştir. Ya da ekmeğin üstünü değişik malzemelerle örtmek anlamından gelir.
İspanya’ya ilk kez gittim ve çok etkilendim. Düşünün, şehri gezerken size mis gibi bir portakal kokusu ile portakal ve palmiye ağaçları eşlik ediyor. Mutlaka bir yerlerden bir gitar sesi duyuluyor. Hele İspanyol Meydanı’nda flamenko yapan dansçılara rast gelmişseniz. Bu şehir sizi etkilemez mi? sorarım.
İspanyol Meydanı’nda “Star Wars”ı bir kez daha gözümde canlandırdım. Ve Sevilla’yı bir Sevillalı gibi selamlayarak kentten ayrıldım. İspanyolca “Hola” selam demek ama Sevillalılar “Hola mi Alma” derler, yani “Merhaba Ruhum”.
Büyüleyici tarihi, müziği, gitarın ve flamenkonun büyüsü… Figaro, Don Juan ve Carmen’in şehri Sevilla’ya ben doyamadım.
Kurtbalı İbnü Hazm, Sevilla için şu sözü söylemiş: “Endülüs bir güvercin. Sevilla’da o güvercinin gerdanlığındaki en pırıltılı inci.”
UNESCO tarafından müzik kenti unvanına layık görülen Sevilla, 100’den fazla operaya esin kaynağı olmuştur. Bizet’in Carmen’i, Mozart’ın Don Juan ve Figaro’nun Düğünü, Rossini’nin Sevil Berberi, Beethoven’in Fidelio’su, Verdi’nin La Forza di Destino’su Sevilla’da geçmektedir. Cervantes’in Don Kişot eserini Sevilla hapishanesinde kaleme aldığı söylenmektedir.
Hoşça kal Sevilla, sana doyamadım. Bir kez daha mutlaka geleceğim.