Herkesin dilinden düşürmediği son yirmi yılın gözde terimi, değişimin, hızlı ve köpürmüş çağlayan bir nehir gibi herşeyi önüne katıp sürüklediğini yakından izliyoruz. Bu hengamede karşımıza çıkan iki gurup var. Biri, bu değişimin gidişatında söz sahibi olanlar, diğeri, değişimin peşinde koşmaktan yorulanlar. Hangi guruba gireceğimiz bizim tercihimiz. Bakış açımız ve gayretlerimizle şekillendireceğimiz bu tercih geleceğimizi büyük ölçekte etkileyecek. Kemale ermenin bir adımı olan eğitimin insan hayatının değişmeyen parçası olduğunda herkes hemfikir; sabâvetten ölene kadar devam eden bir süreç.

 

 

Hayatımızda yaşadığımız ve gördüğümüz herşey bu sürecin parçası ve bir senaryo. Bizler kabiliyet ve karakterimizi bu senaryolar içerisinde keşfediyor ve neşv ü nema (gelişme) buluyoruz. Havacılıkta senaryo özellikle pilot eğitimlerinde uzun yıllardır kullanılmaktadır. Ancak havacılıkta çalışan diğer gurupların eğitimlerinde aynı derece ve yoğunlukta kullanılmamaktadır. Yeni teknolojilerin hayatımıza girme hızı ve bu hızın ivmelenerek artması, gelen neslin beklentilerinin de aynı hızla farklılaştığını göstermektedir. Eğitim metodlarımız da bu değişimlerden ister istemez etkilenecektir. Ayak uyduramaz isek treni yakalamak için koşanlardan oluruz. Görmeye alıştığımız, artık klasik diye tanımlayacağımız “pdf” veya “power point” tabanlı eğitimlerin geçmiş teknoloji ve geçmişte kalmış metodlar olarak yazılacağı günler yakındır.

 

Uçak bakım firmaları yeni metodlarla daha verimli çalışmak için hedefler belirlemekte ve bu hedefler bir çok alandaki işleyişinde değişimini beraberinde getirmektedir. Bazı firmaların uçak bakımındaki hedeflerinden biri de “predictive maintenance” tecrübeye dayalı sezgisel bakım. Üç yaklaşım, “reactive” tepkisel, “proactive” önleyici ve “predictive” tecrübeye dayalı sezgisel incelenmeli. Bunların içinde son evre olan “predictive” tecrübeye dayalı sezgisel bakış açısı yavaş yavaş ama sağlam adımlarla gündeme gelmekte. Bir örneğini Lufthansa’nın yaptığı çalışmadan öğreniyoruz.

 

Hedef “predictive maintenance” tecrübeye dayalı sezgisel bakım metodu. Bu metodun eğitime getireceği bakış açıları neler olmalıdır. Bakım eğitimlerinde bu anlayışı destekleyici veri ve tecrübeye dayanan sezgisel yaklaşımlarla hazırlanmış eğitim tasarımlarının daha fazla gündeme gelmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Senaryo tabanlı eğitimler bakımda tecrübeye dayanan sezgisel bakış açısını geliştirebileceğiniz ve eğitim kalitesini artırabileceğiniz metodlardan biridir. Gelecekte farklılık oluşturmak, değişimi yönetmek isteyenler bunları tasarlayacak ve uygulayacak zeminler hazırlamak zorundadır. Tabi ki once anlayış yelpazemizi bu doğrultuda güncellemeliyiz.

 

Her ne kadar değişim her yerde yeni teknolojiler ve hedefler ile baş döndürüyor desek de, değişmeyen tek şey insanın fıtratı, sınırları ve performansı. Bunu gerek fiziyolojik, gerekse sosyolojik ihtiyaçları göstermektedir. İnsan fıtratının değişmezliği Konfüçyüs’ün binlerce yıl önce söylediği “anlat kesin unutacağım, göster belki hatırlayabilirim, uygulat o zaman anlarım, özümserim.” sözünü hala anlamlı kılmakta.

 

Pratik ile iç içe olan öğrenmelerin menfeati kalıcılığında, faydası uygulamadaki hata oranını düşürmesinde, aynı askeri tatbikatlarda olduğu gibi. Eğitimde verim sağlayan ve değer katan usüllerden olan SBT metodunu bakım eğitimleri çerçevesinde, zihnimizin konsantrasyonunu sorular ve muhtemel çözümler üzerinde düşünerek artıralım. İlk soru, bakım ortamında tatbikat içeren eğitimler ne kadar mümkün ve eldeki imkanlar bunun için yeterli mi? İkinci soru, hangi yolu izlemek verim sağlayacaktır? İlk sorunun cevabı vizyonumuzla, isteğimizle ve bu konuya verdiğimiz önemle ilgili bir durum. İkinci soru için, bakım ile ilgili bazen yazılı bazen de yazılı olmayan “püf” noktalarını iyi analiz etmek gerekiyor. Bakım esnasında yazılı dokümanın kullanılmasının zorunluluğu değişmeyecek gerçek. Böyle iken yazılı olmayan “püf” noktaları ile neyi kasdediyoruz? Bakımlarda bazen “task card” ile tanımlanmamış ancak işin yapım aşamasında geliştirilen; işi kolaylaştıran, verimini artıran ve bazen emniyeti daha üst noktaya taşıyan adımlar, uygulamalar veya metodlar ile karşılaşmaktayız. Zaman zaman bunlar üretici firma ile paylaşılarak yazılı hale de gelmektedir. Ancak, bazen bu uygulamalar kurum içi kültürde saklı kalmakta, isabetliliği veya yanlışlığı konusunda ciddi incelemeler yapılamamaktadır. SBT ile eğitimler tasarlanırken bu tür uygulamaların da gözden geçirilmesi mümkün olacaktır. Eğitimin “püf” noktasını işte bu incelikler belirleyecektir. Fırsat bulup “işin püf noktası” deyiminin nasıl ortaya çıktığını araştırın. Bakım ortamında bu tür örnekleri bulmak mümkün. Kazandırmaya çalıştığımız yalnızca bilgi ve beceri değil, belki ideale yakın emniyet odaklı tutum ve davranışa dair farkındalık oluşturmak.

 

Öğretilmesi hedeflenen hassas muhtevaların etrafında senaryoların oluşturulması temel adımlardan birisidir. Eğitimdeki kurgular günlük iş ortamında karşılaşılan durumları, şartları ve olayları içermelidir. Senaryo uygulanıp bittiğinde hedefimizdeki eğitim içeriğinin zihinde kuvvetli bir algı oluşturmuş olması gerekir, o zaman senaryo işe yaramıştır diyebiliriz. Bu etkiyi de arkadaşlarımızın söylem, hal ve tavırlarında gözlemleyebiliriz. Eğitim sonrası, uzun vadeye yayılacak değerlendirme hem verimlilik hem fayda seviyesini anlamak için elzem olacaktır. Uzun dönem uygulama tarzı olan SBT, yatırım gerektirmektedir. Yatırıma değer mi sorusu önemlidir. Unutmayalım ki riski olmayan bir yatırım yoktur. Takip eden, yerine takip edilen olmak, nazarınızın, ufkunuzun genişliği ile alakalıdır.

 

 

Senaryo tabanlı eğitimlerde kursiyer profiline uygun olarak yöntemler geliştirmek mümkün. Bu profiller yaşanan olaylar, MEDA, OR “occurance report” analizleri, kültürel iş değerleri, alışkanlıklar ve iş yapma şekillerinden süzülerek belirlenmeli. Ulaşılmak istenilen seviye bu profille birlikte analiz edilerek ve gereken bilgi eklenerek senaryomuzun temeli oluşturulmuş olacaktır. Kurumsal hafıza bu noktada önemli. Eğitim organizasyonu uzun vadede kalıcı olarak aşmak istediği zorluklardan ancak teşkilatındaki korunmuş hafıza ile üstesinden gelebilir. Bunun için, kurumsal belleğinde biriktirmiş olduğu bilgileri yeri ve zamanı geldiğinde kullanabileceği mekanizmaları geliştirmesi lazımdır. İşte, senaryo tabanlı eğitim tasarlamak ve uygulamak ancak bu şartların haiz olduğu durumlarda mümkün olacaktır.

 

Bakım eğitimlerinde senaryo temeline dayanan eğitim tasarlama metodu tutum ve davranış geliştirmek için uygulandığında duygusal zekayı pekiştirecek yaklaşımlarla zenginleştirilmesi mecburidir. Bu metoda has tasarımlar için Dr. Daniel Goleman tarafından geliştirilen, zihinsel beceri ve duygusal yeterlilik/zeka olarak tabir edilen kavram ve rehber standartlar kullanılabilir. Bu standartlardan önem arz edenlerinden birkaçını özetleyelim:

 

  • -Değerlendirme: Kişi veya grupların güçlü yanlarının ve sınırlarının belirlenmesi
  • -Motivasyon: İnsanların öğrenme seviyesinin motivasyon seviyesiyle doğru orantılı olması
  • -Pratiğe teşvik: Yeni kazandırılan becerilerin tekrarının sağlanması
  • -Destek: Aynı süreçten geçen şahısların biribirlerine yardımcı olmasını sağlamak, tabiri caizse “damdan düşen birini”nin yardımının istenmesi,
  • -Cesaretlendirmek: Organizasyonların destekleyici zemin hazırlaması, liyakata önem vermesi ve hata yapmanın suç olmadığı şeffaf bir atmosfer temin etmesi.

 

Vurgulanması önem arz eden doğru senaryoların geliştirilmesi, bunların pratik, “task” ve iş başı (OJT) eğitimlerinde uygulanması salahiyet sahibi yetkin personellerin yetişmesi için geleceğe ait bakış açılarımızdan biri olmalı.

 

Yabancı kaynaklarda “Scenario Based Training, SBT” olarak adlandırılan Senaryo Tabanlı Eğitimler tavırlara tesir etmek ve davranış biçimlerini değiştirmek için kullanılmalıdır. LaPiere, R. T. (1934) tarafından Attitudes vs. Actions. Social Forces makalesinde “Yaşanan tecrübeler ile oluşan tavır/tutumlar daha kalıcı ve davranışlarımızda daha etkileyicidirler. Okuma, dinleme ve seyretme yöntemleri ile gelişen tutum ve davranışlar ise daha yüzeysel ve geçicidir. ” diyerek yaşanmış tecrübelerin önemini belirtmiştir.

 

Attitudes based on direct experience are more strongly held and influence behavior more than attitudes formed indirectly (for example, through hear-say, reading or watching television). LaPiere, R. T. (1934). Attitudes vs. Actions. Social Forces, 13, 230-237.

Önerdiklerimiz

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği