Kuzey ülkelerini hep sevmişimdir. Sanki daha farklı, daha asil, daha sakin bir duruşu vardır buradaki kentlerin. Bunu iklime de bağlayabilirsiniz, kentlerin tarihine de... Gerçekten de gezdiğim kuzey ülkeleri içinde en farklısı İsveç oldu. Nedenine gelince burası son derecede yeşil, son derecede asil ancak bir o kadar da sımsıcak bir ülke. Evet, bu ay İsveç’in 3. büyük kenti olan Malmö’deyim.
Malmö, uzun yıllar Danimarka’nın ikinci büyük kenti durumunda imiş. Adı o dönemde Malmhaug olarak geçiyor. 16. Yüzyılda yapılan reform hareketlerini İskandinavya’da ilk benimseyen şehir Malmö olmuş.1658 yılında ise Malmö İsveç’e katılmış.1677 yılında Danimarkalılar Malmö’yü geri almak için İsveç’e savaş açmışlar ama kenti alamamışlar.
Burası İsveç’in güneyinde yer alan her şeyden önce önemli bir liman kenti. Özellikle 1870 yılından sonra yoğun bir göç alan Malmö, bu tarihten sonra aynı zamanda bir ticaret merkezi haline gelmiş.
Hep şunu işitmişimdir. İsveç dünyanın en yaşanılası 10 ülkesi içerisinde yer alan bir ülkedir. Yani yaşam kalitesinin en yüksek olduğu ülkelerden biridir. Evet, gerçekten de öyle imiş. Kopenhag’ın tam karşısında Sund boğazında yer alan bence dünyanın en yeşil ve en şirin kentlerinden birisi Malmö. Önemli bir endüstri, ticaret ve kültür merkezi olmasının yanı sıra bence en önemli yönü, burasının mimari açıdan gerçekten özgün tasarımlı binalarla donatılmış olması.
Ben Malmö’ye Kopenhag’dan araba ile gittim. Size bu iki ülke arası yaptığım yolculuktan bahsetmek istiyorum. Çünkü bu yol tam bir serüven. Danimarka ve İsveç birbirlerine 2001 yılında yapılmış olan Oresund Köprüsü ile bağlanmış. Oresund önemli bir köprü. Bu köprünün altından tren üstünden de araçlar geçiyor. Ben araba ile geçtiğim bu köprüde özellikle denizin içine yerleştirilmiş olan çok sayıda rüzgâr fırıldaklarını izleyerek yolun keyfini çıkarttım. Oresund köprüsünün altında Kattegat Denizi yer alıyor. Bu deniz Kuzey Denizi ve Baltık Denizlerinin birleşim noktası gibi bir yerde. Gri renkli son derecede vahşi ve hep dalgalı bir deniz burası. O kadar etkileyici ki anlatamam. Köprünün uzunluğu 16 km. Bunun 8 km’si tünel içinde geçiyor. Özellikle Kopenhag’dan çok sayıda kişi çalışmak için Malmö’ye günü birlik geçip gidiyormuş.
Aslında Malmö küçük bir şehir. Lilla Torg, Stortorget, Gustav Adolfs, olmak üzere 3 meydanı var. Asıl ana meydan Stortorget. Burada Kral 5. Gustav’ın heykeli sizi karşılıyor. Ana meydandan biraz ilerleyince caddenin tam ortasında birbirinin ardı ardına sıralanmış caz sanatçılarının heykelleri ile karşılaşıyorsunuz. Herkes burada fotoğraf çektiriyor. Sanki burası bir tür Londra’daki Beatles’ın Abbey Road ‘ı. Ben de tabi ki burada bir fotoğraf çektirdim. Bu caddeyi devam edince iki sıralı dükkânlar yer alıyor. Yani burası bir alışveriş bölgesi.
Malmö’ de en tarihi yer 1437 tarihli Malmöhus Kalesi. Burası Danimarka’ya ait olduğu yıllarda krallara ev sahipliği yapmış. Sonraları da hapishane olarak kullanılmış.
Malmö’ye kadar gelip de tekne turu yapmadan dönülmezmiş. Ben de tren istasyonunu hemen yanındaki kanaldan kalkan teknelere binerek güzel bir kent turu yaptım. Bu gezi o kadar yeşil o kadar doğa ile iç içeydi ki İnanın gözlerim kamaştı. Yeşile doydum.
İsveç bir tasarım ülkesi. Mimarların gözbebeği olan bir ülke. Tabii Malmö de. Burada İsveç’in en yüksek binası olan Turning Torso bulunuyor. Tam 190 metre ve 54 katlı bir bina. Kopenhagdan bile görülen binanın en temel özelliği burgu şeklinde yapılmış muhteşem bir gökdelen olması. Ve dünyadaki ilk burgulu gökdelen.
Hemen söylemek istiyorum bana Malmö’yü gezmek için bir gün yetmedi. Yetemezdi zaten bunu biliyordum. Ah şu zamansızlık... Dönüş yolunda yine Oresund köprüsünden geçip Kopenhag’a dönerken tekrar tekrar Malmö’ye baktım. Ben bu kenti çok sevmiştim. Karar verdim; en kısa zamanda bir kez daha Malmö’ye gelecek ve en az 3 gün bu kentte kalacaktım.
İşte size Malmö, bence görülmesi gereken en güzel kentlerden birisi. Zaman yitirmeden gidin ve görün her mevsimde ve her zaman.