Rodos, Ege denizinde bulunan en ünlü, en tarihi, en turistik, en güzel adalardan birisi. 12 adaların en büyüğü olarak biliniyor. Evliya Çelebi’nin “Çok memleketler gördüm, böylesine rastlamadım” dediği ada. Rodos, hep merak ettiğim ancak bir türlü gitmeye fırsat bulamadığım bir yerdi.
Eski dönemlerde bir sürgün yeri olan Rodos günümüzde cennetle özdeş bir mekân. Bir hava alanı olan ve uçak ile de gidilebilen Rodos’a deniz yolu ile gittim ve tam da beklediğim gibi, beni Rodos Kalesi karşıladı. Kaleye verilen isim şu: Rodos Şövalyelerinin Büyük Sarayı. Burası o kadar görkemli ki anlatamam. Ancak insanda uyandırdığı ilk etki adeta bir kalkan gibi adayı koruyor olması. Çok sağlam, güçlü ve görkemli bir görünümü var. Kalenin yapılışı İÖ 7. yüzyıla ve Bizanslılar zamanına kadar gidiyor. İlk yapıldığı zaman hisar olarak yapılmış. Ancak Rodos Şövalyeleri, Rodos’u işgal edince burayı saraya çevirmişlerdir. Rodos Şövalyelerinin adaya gelmesi ise, 1309 yılında Kudüs kentinin Müslümanların eline geçmesi nedeniyledir. 1522 yılında ada bu kez Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmiştir. Ve tamı tamına 400 yıl Osmanlıların himayesinde kalmıştır. Bu süre içerisinde Osmanlılar çok sayıda okul, medrese ve yol yaptırmıştır. Bunlar günümüze kadar gelmiştir. Örneğin bunlardan 11 cami, 18 mescit, 12 çeşme, 3 hamam ve saat kulesi kalmış durumdadır.
Sıralayacak olursak, Romalılar, Saint Jean Şövalyeleri, Osmanlılar ve İtalyanlar. İşte Rodos’un tarihi bunlarla şekillenmiştir. 1947 yılında ise Yunanistan’a katılmıştır.
Adanın kalbi Eski kent (Old Town) adı verilen yer. Burası, etrafı yüksek surlarla çevrili 6 tane kapıdan oluşan ve Rodos Şövalyeleri tarafından inşa edilmiş bir turistik bölge. Kale surları 4 km boyunca uzanıyor.
Old Town’da gezerken şövalyelerin evlerine, camilere ve kiliselere rastlıyorsunuz. Burası, Şövalyeler, Türk ve Musevi Mahalleri olmak üzere 3 bölgeye ayrılıyor. Tarih, yeme içme, alışveriş kısaca her şey burada iç içe geçmiş durumda. Bu bölge aynı zamanda, Unesco dünya mirası listesinde bulunuyor. Şövalyelerin konakladığı ünlü Şövalyeler sokağında ise iki sıralı hanlar bulunuyor. Bu sokak oldukça uzun ve etkileyici…
Şövalye denince aklımıza hemen korsanlık geliyor. Aslında Rodos şövalyeleri hasta ve yoksullara bakmak amacı ile kurulmuş bir tarikat yapılanmasından ortaya çıkmıştır. Kudüs’te bu şövalyelere hasta bakıcı deniliyordu. Bu şövalyeler Rodos’u ele geçirdikten sonra kutsal amaçlarından tamamen uzaklaşarak korsanlığa başlamışlardır.
Old Town’da, bir de Osmanlı döneminden kalma Kanuni Sultan Süleyman Camii bulunuyor. Bu bölgenin en merkezi noktası, Hipokrat Meydanı… Bütün adresler, tarifler, bu meydana göre veriliyor. Old Town’un dışında bir de “Yeni Kent” var adada. Burası sıra sıra lüks otellerin çevrelediği uzun bir sahil şeridine sahip olan bir bölge…
Rodos’a gitmek oldukça kolay… Marmaris’ten haftanın her günü, birkaç kez, Bodrum ve Fethiye’den de haftanın belli günleri Feribotla adaya ulaşabiliyorsunuz. Ayrıca uçakla da gelebiliyorsunuz.
Rodos’ ta çok sayıda Türk yaşıyor. Adanın ünlü limanının adı Mandraki. Burası yat limanı olarak hizmet veriyor. Limandan sahil boyunca yürüdüğünüzde çok sayıda kafe, plaj sizi karşılıyor. Plajları, hele denizi çok güzel... Rodos’a kadar gidip de denize girmeden dönmek olmazdı. Ben de kısa bir deniz molası ile kendimi ödüllendirdim. Adanın en ünlü koyu ise merkeze yaklaşık 25 dakika uzaklıktaki Anthony Quinn koyu. İsminden de anlaşılacağı gibi ünlü artistin gelip yüzüğü koya onun ismini vermişler. Burası kayalık ve yeşillik bir alan…
Rodos’ la özdeşleşmiş bir simge var. O da ünlü Rodos heykeli. Günümüzde artık mevcut olmayan bu heykelle ilgili çeşitli rivayetler dolaşıyor. İÖ 3. Yüzyılda meydana gelen bir depremde yıkıldığı söyleniyor. Şu anda heykelin durduğu yerde (Mandraki Limanı) heykelin dev ayaklarının bastığı yer olarak düşünülen yerde Elefos ve Elafina isimli iki geyik heykeli yer alıyor.
Rodos büyük ama gezmesi oldukça keyifli bir ada. Limandan kalkan turist otobüsleri ile adayı baştanbaşa gezebiliyorsunuz. Ya da araba kiralayabiliyorsunuz. Adayı dolaşırken zemin taşlarına ister istemez gözünüz takılıyor. O kadar güzel ve etkileyici ki anlatamam. Adeta bir sanat eseri olarak adlandırabileceğimiz, ünlü Khoklakia Mozaikleri imiş bunlar. Adada çok güzel restoran ve kafeler var. Deniz ürünleri hem çok bol hem de lezzetli. Fiyatı da oldukça ucuz. Yunan mutfağını hep çok sevmişimdir. Nedeni de bizim mutfağımıza çok benzemesinden olsa gerek.
Rodos adası için iki sıfat kullanılıyor: Güneş ve gül adası. Bu benzetmeyi çok sevdim. Rodos’tan ayrılırken limandan uzun uzun kaleyi seyrettim. Turkuaz renkli denizini selamladım ve şövalyelere el salladım. Beni ortaçağa götüren bu kocaman adayı inanın bırakmak istemedim. Mutlaka gidin, görün gezin ve ortaçağı yaşayın. Çok seveceksiniz ve dinleneceksiniz.