Bir şehir düşünün Asya’nın tam güneyinde, sıcak, egzotik, karışık, karmaşık ama çok cazibeli, çok gizemli ve etkileyici. Her şeyden önce nedendir bu kentin gizemi diye düşündüğümde bunun kentle özdeşleşmiş felsefesinde gizli olduğunu keşfettim. Evet, evet Bangkok’a egemen olan bir şey varsa o da Buda ve felsefesi Budizm. Attığınız her adımda, dolaştığınız her yerde inanın Buda ile rastlaşıyorsunuz. Âdeta adım adım sizi takip ediyor. Ben de Buda’dan çok etkilendim. Hem de çok sevdim. Şunu diyebilirim burası Bangkok ve burası tüm dünya kentlerinden çok farklı bir yer.
Hani bir söz vardır ’rüyamda görsem böyle etkileneceğimi tahmin etmezdim’ diye, gerçekten de Tayland’ın başkenti Bangkok’a doğru yola çıkarken beni bu kadar etkileyeceğini aklımın ucuna dahi getirmiyordum. Bangkok’un Tayca adı Krung (yani Melekler şehri) olarak biliniyor.
İstanbul’dan Türk Havayollarının yaklaşık 9 saat 20 dakikalık son derecede konforlu uçuşundan sonra bu gizemli ve muhteşem kente ulaşmıştım bile. Uçak inişe geçtiği anda uçağın penceresinden baktığımda bu kente ilişkin ilk gözüme çarpan şey damları renk renk (mavi, yeşil ve kırmızı) evler oldu. O kadar etkileyici bir manzara idi ki.
İşte daha o anda anlamıştım beni bu kentte çok şaşırtıcı şeyler karşılayacaktı. Nitekim de öyle oldu. Bangkok’un havaalanının adı Suvanabhumi . Gerçekten de bu kente yakışır büyüklükte bir havalimanı. Şehre iner inmez sizi
karşılayan şey müthiş nemli ve sıcak bir hava. Öğrendim ki ekim ayında orada olmam hiçbir şeyi değiştirmiyormuş. Yılın her ayı sıcaklık 30- 35 derece arası oluyor ancak sadece Ekim- Kasım arasında bol
Muson yağmuru olması bile sıcaklığı değiştirmiyor.
Nitekim havaalanında baktığımda sıcaklık 35 dereceyi gösteriyordu. Şehrin tarihine gelince, 1782 yılına kadar dayanıyor. Kral Birinci Rama tarafından kurulmuş. Dünya Meteoroloji örgütü Bangkok’u dünyanın en sıcak büyük kenti olarak tanımlamış. Açıkçası hiç şaşırmadım. Ben de buna hem sıcak hem de en nemli kent olarak bir ekleme yapmak isterim.
Bangkok o kadar hareketli bir kent ki günü her saati kalabalık ve canlı. Özellikle de Çin Mahallesi inanın New York’takinden bile daha kalabalık ve etkileyici. Ben şehir merkezine uzak, nehir kıyısında, oldukça güzel bir otelde kaldım. Oteller gerçekten çok güzel, donanımlı ve uluslararası mutfağa sahip. Otelde her daim, rahatlatıcı bir piyano sesi gece gündüz demeden çalıyordu. Bu ses beni o kadar etkiledi ve rahatlattı ki anlatamam. Bunda acaba piyanist olmamın bir etkisi var mı diye düşündümse de herkes aynı kanaatte idi. Bir düşünün şimdi sabah saat beşte kuş sesleri ve piyano sesi karışımı ile bir sesle uyanıyorsunuz. Otelin önünde bulunan nehirde (Chao Praya) öbek öbek yüzen yemyeşil bitki demetleri bir o yana bir bu yana savruluyor. Hava aydınlanmış ancak güneş daha doğmamış ve siz sadece müzik dinleyip bu muhteşem manzarayı izliyorsunuz. Bu nasıl güzel bir şeydi. İnanın hala belleğimde.
Tayland çok ilginç bir yer. Eski adı Siyam olan Tayland 1932 yılından beri anayasal monarşi ile yönetiliyor. Tayland’da hemen hemen her yerde görebileceğiniz adeta bir slogan haline gelmiş bir deyim var: Krala saygı-Budaya saygı-İnsana saygı... Genellikle turistler Bangkok’ta birkaç gün kalıp Tayland’ın egzotik adalarına gidiyorlar. Örneğin Phuket’e. Bunların içinde en ünlüsü Phuket.
Evet, Bangkok o kadar hareketli bir şehir ki inanın dolaşırken yoruluyorsunuz. Nereye bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Bundan dolayı ben Bangkok’u New York’a benzettim. Bir de birçok filme, film platosu olması da işin cabası.
Bangkok denince akla hemen gelen bir şey var tapınaklar ve Budizm. Grand Palace muhteşem etkileyici bir yer. Kentte dört yüzden fazla Budist tapınağı olduğunu öğrendiğimde inanın çok şaşırdım. Turuncu renkli giysileri ile dolaşan Budist rahipler de bu tablonun en önemli parçaları. Bangkok’a sırf bu Budist tapınakları dolaşmak için gelenler var. Bangkok’un ortasından geçen nehir çok ünlü adı Chao Praya. Nehir kenti ikiye bölüyor ve belirli mahallelerin ayrımına neden oluyor. Örneğin, nehrin doğu yakasında tapınaklar, Grand Palace, Çin ve Hint mahalleleri yer alırken, burasının daha çok tarihsel bir dokuya ayrıldığını görüyoruz. Bunun dışında bir de, modern gökdelenlerin, dev alışveriş merkezlerinin yer aldığı modern Bangkok bulunuyor. Nehir kentin adeta hayat suyu, can damarı durumunda. Her tür taşımacılığın yapıldığı, ayrıca turistik turların düzenlendiği bir yer burası.
Bu tapınakların en ünlüsü Wat Phra Kaew ya da diğer adı Emerald Budha. Yeşim taşı kullanılarak yapılmış olan Buda burada yer alıyor.
Bangkok’un en önemli yeri kanalları. O kanallar üzerinde kurulu yoksul evler (genellikle ahşap camsız tek odalı çok yoksul odalar), yüzen pazarlar ve tapınaklar yer alıyor. Dünyada içinden tüm su geçen kentleri genellikle Venedik’e benzetirler ya, işte burası da ‘Doğunun Venedik’i unvanını hak etmiş bir yer.
Ben dünyada hiçbir ülkede bu kadar çok pazarın yer aldığı bir şehir daha görmedim. Yüzen pazar, gece pazarı, Cumartesi ve Pazar pazarları, sokak pazarları ve işportalar. Bunların yanı sıra dev alışveriş merkezleri. Üstelik oldukça ucuz ürünler alabiliyorsunuz. Tabii bir de bolca taklit ürünler var.
Bangkok’ta her yer çiçek dolu. Tapınaklar, sokaklar Buda heykelleri, aklınıza neresi gelirse her yere çiçek bırakıyorlar. Bunun nedenini sorduğumda aldığım cevap ilginçti: Çiçek kokusunun şeytanı cennetten uzak tutacağına inanıyorlarmış. Bu nedenle çiçekler onlar için kutsal sayılıyor.
Ben Bangkok’ta o kadar çok şeye hayret ettim ki artık bazısını anımsamakta zorluk çekiyorum. Örneğin şimdiye kadar hiçbir kaplanla (canlı kaplan) ya da canlı fil ile sarmaş dolaş bir fotoğrafım olmamıştı. Bangkok’ta bunu da yaşadım. Kent merkezinden yaklaşık bir buçuk saatlik bir araba yolculuğu ile gittiğim hayvan çiftliğinde bu canlı dostlarla tanışma fırsatı buldum. 1950 yılında yapılmış olan Bangkok hayvanat bahçesi 60.000 timsaha ev sahipliği yapıyor. Ayrıca filler, maymunlar ve yılanlar da buranın daimi misafirleri. Bu hayvanlara canlı şov yaptırıyorlar. Ancak benim yüreğim bu şovları izlemeye dayanmadı.
Bangkok çok büyük bir kent ve burada her tür taşıma aracı mevcut. Ancak ben en çok tuk tuk denilen motorlu taksilere bayıldım. Bunların dışında metro, hava treni, otobüs ve taksi... Yani aklınıza ne gelirse var bu koca şehirde. Ancak taksi şoförleri İngilizce bilmiyorlar ve sizinle iletişim kuramadıkları için çok zorlanıyorlar.
Tayland ile özdeşleşmiş bazı şeyler var. Bunlardan en bilineni Thai masajı.
Gerçekten de ehliyetli kişiler tarafından yapılan masajlar çok rağbet görüyor.
Gelelim Tayland mutfağına, çok zengin, bol baharatlı (acı demek daha doğru)kendilerine özgü bir mutfak. Ben kendime çok yabancı bulduğum bu mutfağa bir türlü alışamadım. Daha çok deniz mahsulü ağırlıklı, bol meyveli bir mutfak Tayland mutfağı. Ama pilavlarına değinmeden edemeyeceğim. Yağsız, tuzsuz sadece haşlanmış bir pirinç bu. Ama benim çok hoşuma gitti. Oldukça değişik buldum. Taylandlılar diyorlar ki bizim mutfağımız Çin mutfağının etkisi altında. O nedenle de en kutsal yiyecekleri pilav.
Ahh Bangkok ahhh beni bu kadar etkileyeceğini hiç ummamıştım. Nemli sıcak havası, kalabalık ve karmaşık sokakları, her zaman kurulu pazarları, dev tapınakları, insan kalabalıkları arasında gezen Budist rahipleri, güler yüzlü insanları, orkide ağaçları, yüzen bitkileri, filleri, timsahları ve kaplanlarıyla seni unutmam mümkün mü? Kulağımda hala Yiruma’nın (ünlü bir piyanist) ‘River Flows in You’ parçası çınlarken. Seni hiç unutmayacağım ve inanıyorum ki en kısa zamanda bir Bangkok seyahati daha yapacağım. Size önerim mutlaka ama mutlaka Bangkok’u görün. Yaşama bakışınız bile değişecek, bana hak vereceksiniz.