Mustafa Kemal Atatürk’ün 1915’te Çanakkale Anafartalar’da aldığı başarılardan 30 Ağustos Zaferi’ne ulaşana dek verilen mücadele sonunda 238 yıllık gerileme dönemine son verdiğine ve 100’üncü yılına ulaşan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna imza attığına vurgu yapan İstanbul Aydın Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr. Naim Babüroğlu, Atatürk’ün mucizesinin doğuda Mardin’in Savur ilçesinde okuma yazma bilmeyen anne babadan doğma Aziz Sancar’ı Nobel Bilim Ödülü’ne taşıyan; güneyde Isparta’da fakir bir köyden, İslamköy’den “Çoban Sülü”yü Cumhurbaşkanlığı makamına çıkaran bir Cumhuriyet olduğuna işaret ediyor.
Kıymetli hocam Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Cumhuriyet’i kaleme alan bir yazar olarak onları bizlere nasıl tanımlarsınız?
Cumhuriyetin 100’üncü yıl dönümünde gelinen noktada, Türkiye eğer İslam dünyasının bir yıldızı olarak parlamaya devam ediyorsa ve Türkiye, Müslüman ülkeler içinde en uygar, en modern ve en gelişmiş ülkeler statüsünde yer alıyorsa ve eğer siz bir Türk kadını olarak benimle şu anda konuşma fırsatı buluyorsanız bunu Cumhuriyet’e borçluyuz. Cumhuriyet akıl, bilim, tam bağımsızlık, antiemperyalizm ve umut, umut, umut demektir. Cumhuriyet fırsat eşitliği ve liyakattir. Doğuda Mardin’in Savur ilçesinde okuma yazma bilmeyen anne babadan doğma Aziz Sancar’ı Nobel Bilim Ödülü’ne taşıyan, güneyde Isparta’da fakir bir köyden, İslamköy’den “Çoban Sülü”yü Cumhurbaşkanlığı makamına çıkaran rejimin adıdır Cumhuriyet. Cumhuriyet Anadolu’da fakir ve yoksul bir köyden, bir mahalleden; isimsizleri, sahipsizleri Genel Kurmay Başkanlığına, Başbakanlığa, Cumhurbaşkanlığı makamına çıkaran; fakir ve yoksul Anadolu’nun bir köyünden, sizleri bilim insanlığına taşıyan rejimin adıdır Cumhuriyet… Onun için Cumhuriyet bir erdemdir ve Atatürk’ün mucizesidir.
Çok güzel özetlediniz hocam… Peki Cumhuriyet demişken. Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’te bu fikrin nasıl oluştuğunu ele almadan olmaz. Ona neler ilham olmuştur?
Evet çok önemli… Bu fikrin oluşması herhangi bir insana ve aynı zamanda her insana nasip olacak bir fikir değildir Cumhuriyet. Yüz yıl öncesine döndüğümüzde, yani 28 Ekim 1923’te, Mustafa Kemal, o zaman “Atatürk” soyadını almamıştı. Mustafa Kemal Paşa, Meclis Başkanı ve aynı zamanda hükûmet başkanıdır. Yani Ankara’daki devletin başkanıdır. O dönemde bir hükümet krizi oluşur. Hükümet krizini çözmek için Fethi Okyar, İsmet İnönü gibi birkaç arkadaşını Çankaya’ya çağırır. Yemek bittikten sonra arkadaşlarına “Efendiler! Yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz” der. Tarih 28 Ekim 1923’tür. Ve bir algı oluşur. Burada sanki Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhuriyet’i bir gecede ilan ettiği algısı oluşur. Oysa Cumhuriyet bir gecede ilan edilmedi. Cumhuriyet uzun yıllar boyunca Mustafa Kemal’in gençliğinden itibaren kafasında şekillenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin çağdaşlaşma projesinin bir eseridir. Mustafa Kemal, gençliğinden itibaren Jean-Jacques Rousseau, Kant gibi yabancı aydınlarla; Namık Kemal, Ziya Gökalp, Tevfik Fikret gibi yerli aydınları okuyarak cumhuriyet, milli egemenlik, demokrasi, insan hakları ve devlet konularında beslenmiştir ve gençliğinden itibaren kafasında tasarlamıştır cumhuriyet fikrini. Adını söylemiyor ama gençliğinden itibaren cumhuriyet fikrini benimsemiştir. Onun için hem çeşitli arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde, hem hatıralarda hem de belgelerde bunu bariz olarak görürüz. Ama belge olarak örnek vermek gerekiyorsa, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastıktan üç gün sonra, Mustafa Kemal Paşa gönderdiği bir raporda, yani valilere ve ordu komutanlarına Samsun’a çıktıktan 3 gün sonra gönderdiği raporun bir maddesinde şöyle der: “Millet, milli egemenlik esasını ve Türk milliyetçiliğini benimsemiştir ve onu gerçekleştirmeye çalışacaktır.”
Bu nedir? Cumhuriyetin tanımından başka bir şey değil. Milli egemenlik nedir? Milli egemenlik, milletin kendi kendini yönetme iradesidir. Milli egemenlik, tek padişahın ve halifenin olmadığı bir yönetimdir. Bu da Cumhuriyetin tanımından başka bir şey değildir. Ama gelelim 21-22 Haziran 1920’ye. 1919’daki “Amasya Genelgesi” ya da “İhtilal Beyannamesi” dediğimiz, Amasya’da yapılan hemen kongrelerden önceye.
21-22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’nde der ki; “Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” Ne demek bu? Milli egemenlikten başka bir şey değil. Millet kurtaracak. Gelelim Erzurum Kongresi’ne; “Milli kuvvetlere, etkin ve milli iradeye hakim kılmak esastır.” Bu ne demek? Milli egemenliği ve cumhuriyeti tarif ediyor o zaman. Samsun’a çıktıktan üç gün sonra; Amasya, Erzurum ve Sivas Kongresi’nin ruhunu oluşturan maddelerin tümü. Adı yok ama Cumhuriyeti işaret ediyor. Demek ki Mustafa Kemal’in bir gecede ilan ettiği söylenen Cumhuriyet, uzun yıllar boyunca gençliğinden itibaren kafasında yer alan Türkiye’nin modernleşme projesinin bir eseridir. Onun altını çizelim.
Daha sonra Cumhuriyet yaklaştıkça, yani 28-29 Ekim’e gelindikçe, mesela genel sekreter Hasan Rıza Soyak da “1900 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” dediğimiz 1921 Anayasası’nın değişiklik maddelerini yazar ve bunu Adalet Bakanı’na da göndererek bunun gizli kalmasını ister. O zaman Adalet Bakanı Seyyid Bey, üzerine notlar yazar. Değişikliği daha Cumhuriyetten önce veya “Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz” dediği gece, 28 Ekim’de cebinde Teşkilatı Esasiye Kanunu’nun yani anayasanın değişiklik maddeleri hazırdı. Daha sonra İsmet Paşa’yla beraber 28 Ekim gecesi oturur ve o değişikliği yapar. Ama biz genel olarak Cumhuriyete giden adımları şöyle özetleyebiliriz:
23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kurulması, aslında Cumhuriyet yönetiminin başlangıcıdır. Ne zaman? 23 Nisan 1920. Meclis toplanmış ve Meclis kararı. Türk İstiklal Savaşı’nı Meclis yönetiyor. Milli egemenliği temsil ediyor. Demek ki birinci adım o.
İkinci adım, biraz önce söylediğim gibi milli egemenlik ilkesinin 1921 Anayasası’nın birinci maddesinde yer alması.
Üçüncü adım, Sakarya Meydan Muharebesi ve Büyük Taarruz ile işgalcilerin hayallerinin yerle bir edilmesi.
Dördüncü adım, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması.
Cumhuriyete giden süreçte beşinci adım 24 Temmuz 1923’te Sevr’in yırtılması ve Lozan Barış Antlaşması’nın, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tapu senedinin imzalanması.
Altıncı adım, 13 Ekim 1923’te Ankara’nın başkent ilan edilmesi.
Ve nihayet yedinci adım da 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edilmesidir. Bu yedi adımla Cumhuriyet ilan edilmiştir ama çok önceden Mustafa Kemal’in kafasında şekillenmiştir.
Kıymetli hocam sizinle özdeşleşen bir söz var; “Çanakkale Savaşı, Cumhuriyet’in ön sözüdür’’… Bu sözü internetten aradığımızda direkt siz çıkıyorsunuz. Bize bu sözleri açıklar mısınız?
Neden “Çanakkale Muharebeleri ya da Çanakkale Zaferi, Cumhuriyetin ön sözüdür” dedim. Mustafa Kemal’in doğum yeri Selanik ve doğum tarihi 1881. Bu biyolojik olarak doğru. Ancak bana göre Mustafa Kemal’in tarih sahnesine ve Türk milletinin huzuruna çıktığı yer, Çanakkale Muharebeleri’dir. Çanakkale Muharebeleri’nde biz Mustafa Kemal’le “Arıburnu ve Anafartalar Kahramanı” olarak tanışıyoruz. Eğer Türk Milleti, Anafartalar Kahramanı ve Arıburnu Kahramanı ile 25 Nisan 1915’ten itibaren Çanakkale Muharebeleri’nde tanışmamış olsaydı, yani Anafartalar Kahramanı olmasaydı, Milli Mücadele başlamayacak, Türk İstiklal Savaşı olmayacak, Cumhuriyet de olmayacaktı. Onun için Çanakkale Zaferi ile birlikte Anafartalar Kahramanı’nı Türk Milleti ve tarih tanıyor.
Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal, 34 yaşında genç, yakışıklı, gözü kara bir Türk subayı olarak tarih sahnesine ve Türk milletinin huzuruna çıkıyor. Çanakkale’de Anafartalar Kahramanı oluyor. Truva Savaşı’nın da intikamını alıyor ve dünya savaş tarihine öyle kaydediliyor. 38 yaşına geldiğinde Milli Mücadele yolculuğunu başlatacaktır. Türk milleti, Milli Mücadele yolculuğuna başlayan 38 yaşındaki bu genç kahramanı, zaten Anafartalar’dan tanıyor ve ona güveniyor. Bu kahramanımız da Türk milletine güveniyor. İşte o nedenledir ki Çanakkale Muharebeleri, Cumhuriyetin öncesidir. Eğer Çanakkale Muharebeleri kazanılmasa, biz Mustafa Kemal’le tanışmayacaktık.
Sayın hocam “22 Gün 22 Gece Sakarya” kitabında da yine çok güzel bir sözünüz var. ‘’Sakarya Muharebesi, Türk tarihinin dönüm noktasıdır.‘’ Peki hocam, bu savaşın Türk tarihinin dönüm noktası olmasında Türkiye Cumhuriyeti›nin ne gibi temelleri atılmıştı?
Osmanlı Devleti 1600’lere kadar yükselir. Yükselme dönemi 1683’te İkinci Viyana Kuşatması ile beraber sona erer. Osmanlı Devleti 1683 yılında İkinci Viyana Bozgunu yaşar. Ve bununla beraber toprak kaybı ve geri çekilme başlar. Bu geri çekilmeyi Osmanlı Devleti durduramaz. Tuna vilayetlerini 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında kaybeder. 1912-1913’te Balkan coğrafyasının tümünü kaybeder. Öyle ki 400-500 yıl hüküm sürdüğü Balkan coğrafyasını, Balkan topraklarını 4-5 haftada elden çıkarır. Çok acıklıdır ve dramatiktir. Mustafa Kemal’in doğduğu yer olan Selanik ve diğer Türk kentleri Manastır ve Üsküp de tek kurşun atılmadan işgalcilere, düşmana teslim edilir. Mustafa Kemal bundan çok etkilenir. Selanik elden çıkmadan önce Selanik’in elden çıkacağını Mustafa Kemal hisseder ve gözlerinden yaş gelir. Yanında Ali Fuat Cebesoy vardır. “Acaba Selanik’i bir daha Türk toprağı olarak görebilecek miyim?” diye düşünür. Ne var ki Selanik, bir daha Türk toprağı olmayacaktı.
1914-1918 tarihlerinde Birinci Dünya Savaşı’yla beraber Osmanlı Devleti, fiilen tarih sahnesinden silinir ve Osmanlı Devleti yok olur. Geri çekilme Polatlı ve Haymana’ya kadar, Ankara’nın 50 kilometre yakınına kadar devam eder. İngiliz desteğindeki Yunan ordusu, Milli Mücadele’yi ve Türk İstiklal Savaşı’nı başlatan Başkomutan Mustafa Kemal Paşa ve onun komutasındaki kahraman Türk ordusunu yenmek ve Ankara’yı ele geçirmek için Batı Anadolu’yu işgal eder.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa tarafından Sakarya Meydan Muharebesi zaferiyle 238 yıllık çekilme durdurulur. Onun için Sakarya Meydan Muharebesi, Türk tarihindeki geri çekilme ve Türk tarihindeki toprak kaybının durdurulması açısından bir dönüm noktasıdır ve tarihin akışını değiştiren bir muharebedir ve zaferdir. Başkomutan daha 40 yaşındadır. Üç Mustafa…
“Başkomutan Mustafa Kemal”, Batı Cephesi Komutanı “Mustafa İsmet İnönü” ve Genel Kurmay Başkanı “Mustafa Fevzi Çakmak”... Vatandan, milletten başka sevgili bilmeyen o kahraman askerler, o kahraman millet ve kahraman Türk kadını tarafından bu geri çekilme, Sakarya Meydan Muharebesi zaferiyle Sakarya kıyılarında durduruldu. Eğer geri çekilme olmasaydı Ankara işgalciler tarafından ele geçirilecek, Anadolu tümüyle işgal edilecek ve Türkler Anadolu’da asimile olacak bir kol olacak ve Büyük Taarruz olmayacaktı. Cumhuriyet de olmayacaktı. Onun için Sakarya Meydan Muharebesi bir dönüm noktasıdır, bir kilometre taşıdır.
Mustafa Kemal Atatürk bir baş öğretmendir. Bir liderdir. Bir devlet adamıdır. Bir komutandır, askerdir. Doğrudur. Ama Mustafa Kemal aynı zamanda bir filozoftur. Yaklaşık 5 bin kitap okumuş ve 14 kitap yazmıştır. Ünlü filozof Eflatun; milattan önce 4’üncü yüzyılda, “Hükümdarların yerine filozof olsa; filozoflar, hükümdarların yerini alsa” diye bir dilekte bulunur. Yani filozoflar hükümdarların yerini alsa, her yer güllük gülistanlık olsa, dünya barış içinde olur ve kimse savaşmaz. Eflatun’un bu dileği hiç bir zaman gerçekleşmez. Fakat yirminci yüzyılda bir lider çıkagelir… Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk “Yurtta barış, dünyada barış” diyerek Eflatun’un prensibini uygular.
Mustafa Kemal, yaklaşık 5 bin kitap okur ve 14 kitap yazar. Kitaplardan en önemlisi “Söylev” ve “Büyük Nutuk”tur. 1927 yılında, 15-20 Ekim tarihleri arasında, 6 gün süreyle, her gün 6 saat tuttuğu Meclis’te 36 saatte okur Nutuk’u. Nutuk’un ilk cümlesi, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında genel manzara şudur diye başlar. Ve sonunda Gençliğe Hitabe ile “Ey Türk gençliği” ile biter. 36 saatte hiç sesi titremez. Ta ki altıncı günde, 36 saat 33’üncü dakikanın son dakikasında şu cümleyi okurken sesi titrer ve “Bugün ulaştığımız sonuç, asırlardan beri çekilen milli felaketlerin doğurduğu tanıklığın ve bu aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir. Bu sonucu, Türk gençliğine emanet ediyorum” dediğinde gözleri dolar. Neden Cumhuriyet? Mustafa Kemal, “Benim en büyük eserim Cumhuriyet’tir. Onu biz kurduk. Onu yükseltecek ve yürütecek sizlersiniz. Ey yeni nesil genç!” der. Sonra Gençliğe Hitabe’ye devam eder ve Nutuk’u “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklalini, Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza kadar müdafaa ve muhafaza etmektir” diyerek bitirir.
Burada Türk gençliğine emanet var, vasiyet var. ‘‘Benim en büyük eserim Cumhuriyettir’’ 17 Ekim 1922’de, 30 Ağustos Zaferi’nden, yani Büyük Taarruz’dan hemen sonra, daha ayağının tozu gitmeden Bursa’ya bir ziyarette bulunur. Orada küçük çocuklar vardır. Çocuklara bir konuşma yapar. Konuşma çok duygusaldır. Mustafa Kemal Atatürk; “Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar değerli ve önemli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şeyler bekliyoruz” der, duygulanır, biraz bekler sonra durur ve sorar. “Çok çalışacaksınız değil mi?”. Bütün çocuklar avaz avaz “Söz” diye bağırırlar. Mustafa Kemal Paşa kendini toparlar ve “Çocuklar! Arkadaşlarımla birlikte ne yaptıysak sizler için yaptık. Sizin mutluluğunuz için yaptık. Başınız dik gezin, kimsenin kulu kölesi olmayın diye yaptık. Bir daha bu acı günleri yaşamayın diye yaptık.
Ödülümüz sizin temiz sevginiz olacaktır” der. Gözleri nemlidir. Yanında Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak vardır. Onun da gözlerinden yaş gelir. Fevzi Çakmak Paşa cebinden mendilini çıkarır, gözyaşlarını siler.
Cumhuriyet demek, Atatürk demek. Atatürk Cumhuriyetle özdeşleşmiştir. Atatürk’ün altı ilkesi vardır ve tamamlayıcı ilkeler, bütünleyici ilkeler vardır. Biz bunlara Kemalizm diyoruz veya Atatürkçülük diyoruz. Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Laiklik, Devrimcilik ve Devletçilik. Bu altı ilkenin tümü benimsenmelidir. Altı ilkenin hiçbirine burun kıvırılmamalıdır. Altı ilkenin hiçbiri elinin tersiyle itilmemelidir. “Laiklik ilkesini beğenmiyorum, milliyetçilik ilkesini beğenmiyorum” diyen hiçbir siyasî yelpaze Türkiye’yi aydınlığa götüremez. Onun için evet, Mustafa Kemal’in Cumhuriyet’i gençliğe emanet.
Mustafa Kemal Atatürk’e “Gençlikle neyi kastediyorsunuz Paşam?” diye sormuşlar. O da “Ben gençlikle yaşça gençliği kastetmiyorum. Düşünce olarak yeniliği, değişimi, modern düşünceyi, uygarlığı, ileri gitmeyi benimseyen herkes benim nazarımda gençtir. 80 yaşında da genç olabiliriz” şeklinde yanıt verir. Onun için Atatürk, Cumhuriyeti yeniliğe, modernizme, çağdaş düşünceye sahip olan insanlara emanet etti. Cumhuriyet akıldır, bilimdir, tam bağımsızlıktır. Anti emperyalizm ve umut demektir. Akıl ve bilim ışığında ileri gitmek demektir. Çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine erişme demektir. Türkiye Cumhuriyeti, 1923-1938 döneminde altın çağını yaşar. Ondan sonra maalesef Atatürk’ten uzaklaşma başlar. Size çok açık ve çok çıplak tarihi bir gerçek söylüyorum. Atatürk’ten uzaklaşan bir Türkiye, karanlığa doğru yol alır. Türkiye’den Atatürk’ü ve Cumhuriyeti çıkarın, geride Afganistan kalır. Türkiye’den kadını çıkarın, geride karanlığa doğru giden bir ülke kalır. Onun için Atatürk hiçbir zaman modası geçmiş bir düşünceler ürünü değildir. Atatürk hakkında her gün, her yıl, her ay yeni araştırmalar, yeni kitaplar yazılmaktadır.
1981 yılında Birleşmiş Milletler’in UNESCO örgütü, Atatürk’ün 100’üncü doğum yılını “Atatürk Yılı” olarak kutlamıştır. Birleşmiş Milletler hiçbir liderin, hiçbir devlet adamını bu şekilde anmamıştır. Çünkü 10 Kasım 1938’de sonsuzluğa adım atan Mustafa Kemal Atatürk, öldükten sonra dahi kendi ülkesinin yönetiminde güç sahibi olan tek hükümdardır. Dünyanın en büyük hükümdarı, askeri, komutanı olan Cengizhan öldü, fakat sonraki yönetimler üzerinde etkisi olmadı. Aynı şekilde Büyük İskender, Timur, Napolyon, Washington, Degol… Bunların hiçbiri ölümlerinden sonra ülkenin yönetimine etki edemediler. Fakat Atatürk, Türkiye’nin yönetiminde hala gücü ve etkisi olan bir lider. Neden? Çünkü “Ben manevi miras olarak size hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım, bilim ve akıldır. Onun için bilim ve akıl neyi gerektiriyorsa onu yapın. Eğer bilim ve akıl benim düşüncelerimle çelişiyor ise bilim ve aklı takip edin” diyen bir liderden, bir devlet adamından, bir komutandan söz ediyoruz. Dünyada saygınlık kazanan bir liderden söz ediyoruz.
Mustafa Kemal Büyük Taarruz’da esir aldığı Yunan Başkomutanı Hobbes, Atatürk sonsuzluğa adım attıktan sonra, 1939 yılından itibaren her yıl Atina Türk Büyükelçiliği’ne gider ve Atatürk için saygı duruşunda bulunur. Muhteşem bir olaydır. Ve Batılı bir tarihçi, Atatürk sonsuzluğa adım attıktan bir gün sonra, 11 Kasım 1938’de İtalya’da bir yazı kaleme alır. İtalyan tarihçinin yazının sonunda söylediği ‘’Büyük İskender, Sezar, Napolyon! Ayağa kalkın, büyüğünüz geliyor!’’ cümlesi Mustafa Kemal Atatürk’ü tam gerçek makamına oturtmuştur. Küba lideri Castro, 1996’da Habitat Zirvesi’nde gençlerle yaptığı bir söyleşide, “Atatürk’ün devrimlerine hayranım. Ben onun yaptıklarını yapamazdım. Kendinize başka önder aramayın” der. Bu değer, sosyalizmin kalesi olan Küba’nın lideri Fidel Castro’dan. Yine Celal Bayar, Atatürk vefat ettikten sonra ‘’Atatürk! Seni sevmek milli bir ibadettir” der. Yıllar sonra Celal Bayar’a bu sözü hatırlatılarak “Hala aynı şeyi düşünüyor musunuz?” diye sorarlar. O da “Hayır” der. “Ne düşünüyorsunuz peki” diye sorduklarında; “Atatürk! Seni sevmek, seni anlamak milli bir ibadettir” diye karşılık verir.
Evet. Atatürk demek milli bir ibadettir. Atatürk demek akıl demek, bilim demek. Tam bağımsızlık, anti emperyalist umut demektir. Neden umut demektir? İdama mahkum edildiğinde 39 yaşındaydı. Milli Mücadele ve Türk İstiklal Savaşı’nı yürütüyordu. Eğer bir saniye umudunu kaybetseydi hiçbirimiz burada olmayacaktık. Türkiye Cumhuriyeti burada olmayacaktı. Onun için bütün okurlarımıza ve yaşayan herkese, Türkiye’deki herkese diyorum. Hangi siyasi yelpazede olursa olsun diyorum ki Atatürk demek umut demektir. Umudunuzu bir saniye bile yitirmeyin. Atatürk’ün Cumhuriyeti ırk, dil, mezhep, etnik ayrımcılık tanımaz. Atatürk’ün Cumhuriyeti ayrıştırıcı değil, birleştiricidir.
Hocam son kez etraflıca Cumhuriyetimizin ilanı durumu göz önünde bulununca, gerek o dönemki Anadolu toplumu, gerek savaştan yeni çıkmış bir millet… Ama yeniliğe aç.. Mustafa Kemal Paşa’ya güveni sonsuz bir millet… Cumhuriyet’i bu kadar değerli kılan nedir? Eşsiz olmasında o dönemin şartları etkili midir?
Tabii. Şöyle çok önemli. Teşekkür ediyorum. Mustafa Kemal Paşa Cumhurbaşkanı olduktan sonra Atatürk’ü, Türk ve Atatürk’ün Cumhuriyetini diğer ülkelerin yönetimlerinden ayıran farkı söylüyorum. Cumhuriyetin değerini anlamak için Cumhuriyet etnik, mezhepsel, inançsal, dini hiçbir ayrım gözetmez. Ayrıştırıcı değil, birleştiricidir. Aziz Sancar’ı Nobel bilim ödülüne taşır. Fakir olan Süleyman Demirel’i de Cumhurbaşkanı makamına çıkarır.
Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini. Sovyet Rusya’da Stalin, İspanya’da Franco, Portekiz’de Salazar, Romanya’da ikinci Karol gibi liderler siyasi iktidarı ele geçirdikten sonra diktatörlüklerini ilan ederken; Atatürk, kendi çevresinin ve arkadaşlarının telkinlerine rağmen “Medeni Bilgiler” kitabını yazıyor ve orada Türk kadınına, Türk gençliğine, Türk milletine insan hakları, demokrasi ve özgürlüğü anlatıyordu. İşte bu nedenledir ki Mustafa Kemal Atatürk… O nedenledir ki tarihin kıskandığı lider. Celal Bayar, bir konuşmasında “Seni padişah yapmak isteyenler oldu. Seni halife yapmak isteyenler oldu. Hiçbirine iltifat etmedin. Sen demokrasi yolunu seçtin” der. Mustafa Kemal, Milli Mücadele yolculuğunu başlattığında Anadolu’da 200 bin kişilik istila ordusu vardı. Ve sonra 15 Mayıs 1919’da İngiliz desteğindeki Yunan ordusu İzmir işgaliyle Ankara yakınlarına kadar gelir ve Anadolu’da sadece 200 bin kilometrekarelik bir yer kalır.
Mustafa Kemal gibi bir kahraman, bir önder, bir lider, bir başkomutan, idama mahkum kararına rağmen devam etmeseydi; eğer Türk İstiklal Savaşı başarıyla sonuçlanmasaydı; şu anda Türkiye Cumhuriyeti 17’inci Türk devleti olmayacaktı. Türkiye’de yaşayan Türkler olmayacaktı. Burası muhtemelen Sevr Anlaşması hükümlerinin uygulandığı, ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın, İtalya’nın ve Yunanistan bayraklarının sallandığı bir ülke olacaktı. Onun için eğer biz burada nefes alıyorsak; bu vatan bizim diyorsak; bu mavi gökyüzü, bu mavi deniz bizim diyorsak; ağaç gölgesinde özgürce nefes alıyorsak; kadınlar özgürce toplumda sosyal hayata katılıyorsa; akademik ortam özgürce devam ediyorsa; tüm bunları Mustafa Kemal Atatürk’e ve vatandan, milletten başka sevgili bilmeyen o kuşağa, o kahramanlara borçluyuz.
Onun için ben her zaman şunu söylüyorum: İnsan bu vatanda yaşar da Atatürk’ü ve o kahramanları sevmez mi? İnsan bu vatanda doğar da onlara minnet duymaz mı? Bu vatanda doğar, bu vatanda yaşar da; üç Mustafa’yı -Mustafa Kemal Atatürk’ü, Mustafa İsmet İnönü’yü, Mustafa Fevzi Çakmak’ıve vatandan, milletten başka sevgili bilmeyen o kahramanlara minnet duymaz mı? Minnet duymayanlar şu gerçeği çok iyi biliyorlar: Onlar olmasaydı, Atatürk olmasaydı onların hiçbiri olmayacaktı.